20 Aralık 2017 00:15

Denizgezmişçilik!

Denizgezmişçilik!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

2010 referandumuna giderken Erdoğan bir konuşmasında 12 Eylül’de idam edilen Necdet Adalı, Erdal Eren ve Mustafa Pehlivanoğlu’yu anmış, Nevzat Çelik’in Adalı için yazdığı ve Ahmet Kaya’nın seslendirdiği Şafak Türküsü dizelerini okumuş “Tam otuz yıl sonra yine bir 12 Eylül günü gencecik ölümlerle, zamansız vedalarla 17 yaşındaki çocukları yağlı urgana taşıyan zihniyetle hesaplaşacağız” diyerek ağlamıştı. Sözü şuraya bağlamıştı “MHP’ye, CHP’ye, BDP’ye gönül vermiş kardeşlerimizden ‘evet’ bekliyorum. Sadece 12 Eylül’le hesaplaşmak adına değil bir daha 12 Eylüllerin yaşanmaması için hepsinden evet bekliyorum.”

AKP dönemindeki ilk Anayasa referandumu o sıralar askeri vesayetle mücadele sosuyla servis edilmiş, liberal bir teveccüh de görmüştü. Aynı günlerde Erdoğan Kürt “evet”ine de masaya Ahmet Kaya’yı sürerek talip oluyordu: “O gün ona çatal, bıçak, tabak fırlattıkları o tabloyu unutamıyorum. Bu mudur demokrasi? Sanatçının icra ettiğine saygı duyacaksın. Olaya da öyle bakıyorum…”

O referandum bugünkü tek adam rejiminin taşlarını döşeyen, ordu vesayetini kaldırıyoruz derken aslında AKP Hükümetinin vesayetinin yolunu açan, 12 Eylül’le hesaplaşmak değil onun yarım bıraktıklarını tamamlamak üzere siyaseti dizayn etmeyi amaçlayan referandumdu. Nereye kodlandıkları açık birkaç siyasal-kültürel değini, iki damla gözyaşıyla sağcı, solcu, liberal, Kemalist, Kürt seçmenden oy istendi.

Eski futbolcu, Erdoğan ailesiyle içli dışlılığını 15 Temmuz gecesi Huber Köşkü’nde olduğunu söyleyerek ifşa eden Rıdvan Dilmen’in açtığı Deniz Gezmiş tartışması bu bakımdan köksüz değildir. AKP siyasetçilerinin kritik dönemlerde kullandığı retorikle örtüşür. 10 Kasım anmalarını, 19 Mayısları geçiştiren, 23 Nisan’ı uyduruk bir Kutlu Doğum Haftası ilan ederek silikleştiren, Atatürk ile ilgili imaj ve ritüelleri giderek ortadan kaldıran bir iktidarın son 10 Kasım’da aniden Atatürkçülüğe soyunması da aynı cümlenin devamıdır.

ABD ile ilişkilerin gerildiği bu dönemde, Atatürkçü yurttaşın antiemperyalist duygularını harekete geçirmeye yönelik bir hamledir bu. Dış politik tercihleri ve yönelimleri nedeniyle şimdi köşeye sıkışan Erdoğan ve iktidarının bekasını Türkiye’nin bekası haline getirmeyi hedefleyen nevzuhur Atatürkçülük de bir emperyalistin gölgesinden çıkıp diğerine sığınırken ortaya atıldı. AKP’nin ABD ile atışmasında Erdoğan yanında tavır almaya indirgenen antiemperyalizm ne bu ilişkilerin kökten sorgulanmasını içeriyor ne de Rusya emperyalizminin Türkiye ve Ortadoğu’daki konuşlanmasını eleştiriye tabi tutuyor.

2010 referandumunda hayır oyu vereceğini ilan eden kesimleri darbeci veya vesayetçi ilan eden iktidar kalemleri, Deniz Gezmişler ve o dönemin solu hakkında hiç de hayırlı şeyler söylemedikleri gibi bol bol hakaret de ettiler. 6 Mayıs’ta Dolmabahçe’de anma yapmak için yürüyenlere polis müdahaleleri de oldu. Tam da Trump’ın Kudüs’ü başkenti ilan ettiği İsrail’e karşı mangalda kül bırakılmazken, İsrail de, fırsat bu fırsat Filistin halkını dövmeye başlamışken şimdi de nevzuhur bir Denizgezmişçilik ortaya çıkıverdi.

Parkasız Denizgezmişçilik, Milli Görüş gömleğini çıkardığını ilan ederek takiyenin dibine vururken, halkın her kıyafete tapacağını zannedenlerin bünyesine zaten oturamazdı ama “Şeytan”ın ağzından çıkan söz, duvara bir hayli sert çarptı. Keskin U dönüşleri sırasında elbisenin birini giyip diğerini çıkarırken ortamda çıplak kalakalmak da var. Parka, ister varlığından ister yokluğundan söz edin hiçbir kıyafete nasip olmayacak kadar tarihsel ağırlığı olan bir efekt!

Bu bakımdan parka, Erdoğan’ın Deniz Gezmiş’e benzetilebilmesi için kurtulunması gereken küçük bir engel değildir sadece. Aynı zamanda yokluğu sayesinde Deniz Gezmiş imajının yozlaştırılabilmesine de vesile olabilir. Çok söylendi; ama 1968’de Dolmabahçe’de demirleyen 6. Filo’ya bayrak açan Deniz ve arkadaşlarının antiemperyalizminin iktidar dümenleriyle değil halkın talepleriyle ilişkisi vardı. Onun Filistin’deki savaşı da, İsrail’e çemkirirken arkadan el sıkışanların dilindeki antisemitizmle soslanmış bir Yahudi düşmanlığıyla değil bir halkın özgürlük ve kurtuluş mücadelesiyle alakalıydı. Aynı şeyler, ardından gözyaşı dökülen Erdal Eren, Necdet Adalı, Ahmet Kaya ve diğerleri için de söylenebilir.
Gerisi yalandır, riyadır.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa