AB ‘Tek Adam’ rejimlerini hizaya getirebilecek mi?
Avrupa Birliği (AB) üyesi bir çok ülkede yargı, medya ve güvenlik güçlerinin “bağımsızlığını” ya da “tarafsızlığını” ortadan kaldırmak için önemli adımlar atılıyor. Bu yönde en fazla mesafe kateden ülkelerin başında Macaristan ve Polonya geliyor.
Açıktan “tek adam-tek parti” rejimlerinin kurulduğu bu ülkelerin yönetimlerine bugüne kadar çoğunlukla sessiz kalan AB, nihayet ilk kez ciddi bir süreç başlatmış görünüyor.
AB Komisyonu, önceki gün birliğin tarihinde ilk olarak AB anlaşmalarının 7. maddesini Polonya’ya karşı uygulamaya koymak için gerekli süreci başlattı. Açıklamayı yapan AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, “Üç yıldır yargı sistemine sistematik bir saldırının olduğunu, başka çareleri olmadığı için 7. maddeye başvurduklarını söyledi.” (Spiegel Online)
2015’te yapılan genel seçimlerde sağ-milliyetçi Jaroslaw Kacinski’nin başını çektiği Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) oyların yüzde 37.6’sını almasına rağmen, seçim sistemindeki adaletsizlik nedeniyle salt çoğunluğu elde ederek tek başına hükümet kurmaya hak kazandı. Ardından hızla, istihbarat örgütünden başlayarak, medya, yargı gibi önemli kurumlar, “tek parti” rejimini sürekli hale getirmek için ele geçirilmeye başlandı.
Hem de AB’den yapılan tüm uyarılara rağmen...
Uyarı çağrılarıyla süreci tersine çeviremeyeceğini nihayet anlayan AB Komisyonu, en sonunda Polonya’nın AB’deki oy hakkını da elinde almaya varacak yasal süreci başlattığını ilan etti. AB anlaşmalarında bir ülkeyi üyelikten çıkarma bulunmadığı için, asıl olarak maddi ve siyasi baskılar esas alınıyor. Bu baskıların ardından ülkenin kendisi, tıpkı İngiltere’nin yaptığı gibi, birlikten ayrılmak isteyebilir.
Bir üye ülkeye verilen en ağır ceza olarak tarif edilen oy hakkının elinden alınabilmesi için, Polonya dışındaki 26 AB üyesi ülkenin oy birliğiyle onay vermesi gerekiyor.
“Tek adam” rejimi kuran Macaristan, şimdiden buna onay vermeyeceğini açıkladı. Bu da, Polonya’nın oy hakkının elinden alınmasının öyle sanıldığı gibi kolay olmadığını gösteriyor. Zira, hafta başında Avusturya’da muhafazakar-sağcı-faşist partiler tarafından kurulan hükümetin de bu konuda ret oyu kullanabileceği tahmin ediliyor.
Avrupa’daki sağ-muhafazakar dalganın yükselişini arkasında alan Polonya’daki “tek adam” Kacinski’nin de geri adım atması beklenmiyor. Çünkü, AB’ye diklenip “ulusal bağımsızlıktan”, “milli değerlerden” söz ettikçe içeride gücü artıyor. Bu nedenle adında “adalet” yazan parti Polonya’da da adalet sistemini ortadan kaldırmak için canla başla çalışıyor.
AB Komisyonunun yaptırım sürecini açıkladığı gün, Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın, daha önce reddettiği “Yargı Reformunu” onaylaması, adeta AB’ye rest çekmek anlamına geliyor.
PiS tarafından karar altına alınan “Yargı Reformu”na göre, bundan sonra 15 yargıçtan oluşan Yüksek Yargı Konseyinin üyelerini parlamento seçecek. Mecliste grubu bulunan bütün partilerin önerileriyle oluşacak listede bir fraksiyon en fazla 9 üye önerebilecek. Konseyin 9 üyesini kazanan doğal olarak ülkenin yargı sistemini de ele geçiriyor ve istediği gibi yargıç ve hakimleri atayabiliyor.
Medyada da daha önce benzer bir operasyon yapılmıştı. Şu sıralar muhalif TVN’nin lisansının iptal edilmesi için yoğun bir çaba harcanıyor. Kanala sürekli para cezaları veriliyor. Daha önce muhalif gazeteciler devlet televizyonundan atılmış, bazı yayınlara son verilmişti.
AB, yargı ve medya konusundaki gelişmelere tepki göstererek şimdilik bir “sarı kart” çıkarmış görünüyor. Bunun “kırmızı karta” dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.
Ancak, bunun çok gecikmiş bir hamle olduğu da ortadadır. Macaristan’da Orban’a gösterilen hoşgörü, aynı zihniyetteki hareketleri cesaretlendirdi. Şimdi, Romanya’nın da aynı yönde ilerleyeceği ifade ediliyor. Hazırlanan “Yargı Reformu”yla yargı sistemi “tek parti”ye bağlanmak isteniyor.
Hafta başında Avusturya’da kurulan ÖVP-FPÖ sağ-milliyetçi faşist koalisyon hükümetine karşı ise AB tam anlamıyla üç maymunu oynuyor. Bundan tam 17 yıl önce, 2000’de de benzer bir hükümet kurulduğunda AB üst düzeyde yüksek sesle protesto açıklamaları yapmıştı. Şimdi ise Avusturya içinde olduğu gibi Avusturya dışında da gerici-milliyetçi ve faşist özellikler taşıyan FPÖ’nün savunma, içişleri bakanlığı ve istihbarat örgütünü denetim altına alması “normal bir durum” olarak görülüyor.
Gelişmeler, Almanya-Fransa ekseninin “tek adam rejimlerine” sınır getirip, AB’nin normlarına uymaları konusunda düşük yoğunluklu bir hareket başlattığını gösteriyor. Ancak, muhafazakar, sağ-milliyetçi “tek adam-tek parti” rejimlerinin girdiği yol, düşük yoğunluklu uyarıyla bu sürecin tersine çevrilemeyeceğini gösteriyor.
Baskının arttırılması durumunda ise AB’den yeni kopuşların Doğu Avrupa ülkelerinden olacağı sır değildir. Bu nedenle, AB daha uzun bir süre bu “tek adam” rejimlerine göz yummaya devam edecek gibi görünüyor.
Evrensel'i Takip Et