Şilan Deniz Teyhani'nin anlatımı ile kamp, kadın ve kız kardeşlik (2)
Fotoğraf: Envato
Günler çocuklar ve kadınlarla sohbet edip, hikayelerini dinlemekle geçti. Kocasından kaçmış bir kadın vardı; eşi kadını pazarlamak isteyince öz savunma yapıp çocuğuyla birlikte yollara düşmüş. Yarı çevirmen, yarı İngilizce çat pat anlaştık kadınla. Sonra kadın dönüp oğluna baktı ve o an aklıma “Uçurtmayı Vurmasınlar” geldi. Kamptaki her kadın birer İnci, her çocuk da birer Barış’tı aslında. Ve bizler uçurtmanın gelmesini beklerken volta atan kadınlardık. Bana dönüp “Senin sorunun ne? Sen niye buradasın?” diye sordu. “Politik” dedim, gülümsedi. Her yerde aynı değil mi sorunlar aslında; erkekler yönetiyor biz ise… Sistem aynıydı. Günlerim böyle geçiyor; her gün yeni Barışlar ve İnciler ekleniyordu. O kamptan başka bir kampa nakledildim. Yeni kamptaki odaya girerken ilk duyumsadığım şey yağ kokusu oldu; aslında kokulara bu kadar duyarlı olduğumu bilmiyordum. Odada üç kadındık. İki Eritreli ve bir de ben. Yerleşirken kadınlardan biri odadaydı ve gülümseyerek ranzamı gösterdi. Eşyalarımı yerleştirdim. “Aç mısın?” diye sordu, “evet” diye yanıtlayınca önüme bir tabak makarna koydu. Teşekkür ettim; bunun üzerine “Rica ederim kız kardeşim” dedi. O an kafama dank etti. Evet, biz onunla kız kardeştik. Kitaplarda okuyup da hayatımda uygulamaya çalıştığım şey buydu. O benim kız kardeşim. Bulunduğumuz yerde eğer ağlıyorsan kız kardeşlerin hep yanındadır. Sen kendi dilinde anlatırsın, onlar elini tutar, saçını okşar. Ya da gülüyorsan kız kardeşlerinde güler. Hasta mı oldun, kendi memleketlerinde öğrendikleri yöntemlerle seninle ilgilenir, sabaha kadar başında nöbet tutarlar. Ailen olurlar. Ülkenin fotoğraflarını gösterirsin veya annenin, sevdiğin adamın. Anlattığın zaman gözlerindeki samimiyet durumu unutturur. Kamplarda ruhu yaralanmış kadınlarla sohbet etmek insanı tuhaf bir duyguya sürüklüyor. Mesela 16-17 yaşında Türkçe bilen Rojavalı bir kadın vardı. Ailesi onu okula göndermemişti. Suriye iç savaşının başında kendi yaşadıkları alanlarda hiç bir sorun olmadığını; daha sonra IŞİD’in gelmesiyle kadınlara yönelik kaçırma ve tecavüz gibi saldırıların arttığını anlatmıştı. Kaç arkadaşının savaşta öldürüldüğünü bilmiyor. En son Türkiye’ye kaçmadan önce çocukluk arkadaşının başından vurulup bedeninin paramparça olmasına tanıklık etmişti. Babasının cenazesini taşımıştı. O zaman kaç yasında olduğunu sorduğumda“13-14” dedi. Bu kadar korkunç olayları çocuk yaşta yaşamasına rağmen ağlamıyordu. Soğukkanlılıkla Türkiye’ye kaçtıktan sonra başına gelenleri, Avrupa’ya geçerken insan kaçakçılarının tecavüz ettiği kadınları anlattı. Kadınların çığlıkları hâlâ kulağındaydı. Ege Denizi’nde bindikleri bot batmıştı ve başından geçen o kadar felaketten sonra ölümün kokusunu ilk o gün hissetmişti. Peki ya iki gözümün çiçeği çocuklar? Barışlarım. Tüm olgunluklarıyla nasıl da gülüyorlar. Yalın ayaklarına çiçekler koyduğum, burnu akan, çamurla oynayan, ağlamayı bilmeyen çocuklar. Somalili, Kürt, Azeri, Çeçen, Arap, Pakistanlı vs. Tüm bu çocuklar ortak bir dilleri olmaksızın sırayla bisiklete biniyorlar, top oynarken biri düştüğünde diğeri onun bacağını öpüyor, yağmur yağdığında su birikintisine atlayıp kahkahalar atan çocuklar. Onlardan öğreneceğimiz ne çok şey var. Bir de madalyonun diğer tarafına bakmak gerek: Erkekler. Her yerde olduğu gibi kampta da (görevliler hariç) o erkeklik halini ve egemenlik savaşını görüyorsun. Taciz, kendini üstün görme halleri, emretmek, buyurmak burada da mevcut. Bazı geceler yastığının altında bıçakla uyuyorsun. Eline tutuşturulan telefon numaralarını görmezden geliyorsun. Neden şikayet etmiyor ya da tepki koymuyorsun diye sorulursa aslında yapıyorsun: Gözlerinin içine bakarak o kağıdı yırtıyorsun. Görevlilerin tepkisi ise hep biz ne yapabiliriz şeklinde oluyor. İşte tam bu noktada devreye kız kardeşlerin giriyor. Yeni gelen her kadına önce kamptaki erkekleri gösteriyorsun uzak durmasını öğütleyerek. Bir yere giderken toplu gidiyorsun çünkü alkolün etkisiyle karşı taraf saldırganlaşabiliyor. Eski olanlar sana nasihat verir: “Güçlü bir kadın ol, gözyaşlarını görmesinler, birlikte yapabiliriz, kadınlar direnmeliyiz” diye konuşur. Yaşamak direnmektir ve biz de bu direnişi kampta sürdürüyoruz. Kampın en kötü anı ise vedalaşmaktır. Kamplardan olumlu ya da olumsuz iki kararla çıkıyorsun. Eğer sonuç olumluysa ülkede kalabiliyorsun, olumsuz ise geri gönderiyorlar. İşte o olumsuz sonuç aynı zamanda senin gerçekliğindir. Mülteci bir kadın olarak gün boyunca kaçtığın “Acaba ne olacak?” sorusu bir şekilde tokat gibi çarpar yüzüne. Artık durumun somutlaşmıştır. Karar olumluysa cezaevlerinde yapılan tahliye yanlışına benzer yemek yapılır. Kız kardeşlerinle bir arada birbirinize iyi dileklerde bulunursunuz.
Bir kadın olarak tek başına dil bilmeden direnmek aslında çok da zor değilmiş. İlk başta çok zor geliyordu ama şimdi kız kardeşlerim yanımda. Birlikte birçok şeyi başarabileceğimizi artık biliyorum.
- Vatansızlığı vatan eylemek 05 Aralık 2023 04:29
- Uzun mesafe koşucusuydu Osman 04 Kasım 2023 03:50
- Kitap yakmanın dayanılmaz ayıbı 02 Temmuz 2023 03:14
- İsveç’in de ATY’si var artık! 05 Mayıs 2023 04:14
- İhsan Doğan (Sinan Oza) ve Niyazi Dalyancı için 11 Nisan 2023 04:00
- Dünya Anadil Günü vesilesiyle 09 Mart 2023 04:15
- Soykırımı tartışmak 19 Ocak 2023 03:19
- Mahmut Baksi anısına 14 Aralık 2022 04:32
- Kendi kutsalına bomba koyan 06 Aralık 2022 04:10
- Yorum yetmez! 28 Kasım 2022 04:00
- Kesişen yollar 15 Kasım 2022 04:16
- Seyfo ya da kılıçtan geçirilmek 08 Kasım 2022 04:10