Suç işleyen kamu görevlileri ile ne yapmalı?
Yılın ilk haftasını Türk Ceza Kanunu’nda önemli değişikliklerle olumlu biçimde yerini bulmuş iki suç ve bu suçları öven, suça azmettiren iki kamu görevlisinin açıklamalarıyla, bu açıklamaların toplumun değişik kesimlerindeki yansımaları arasında tamamladık.
Kamu görevlilerinden biri toplumun oy verenlerince vekil seçilen, sonra da bakan atanan ve vergilerimizle -hayli de yüksek olan- maaşını ödediğimiz Sayın Süleyman Soylu. “Sayın” ifadesi lütfen kendisini saygın bulduğum anlamında okunmasın, kendime olan saygım gereği, kişisel olarak tanımadığım herhangi bir insana hitap ön eki olarak kullandığım bir sözcük yalnızca. Yoksa bakanlığı döneminde yaptığı ve söyledikleriyle, hele son açıklaması ve kamu görevini ifa ettiği konumu itibarıyla saygın bulmam söz konusu dahi edilemez. Bildiğiniz gibi Türkiye İşkenceye Karşı Sözleşmeyi 1988 yılında imzalamış ve Resmi Gazetesinde yayınlamıştır. Bu sözleşmenin 2. maddesinin 2 ve 3. fıkraları; “Hiçbir istisnai durum, ne harp hali ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez. Bir üst görevlinin veya bir kamu merciinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez.”, demektedir. Benzer konumları değişik dönemlerde paylaşanların tamamı işkencenin varlığı, önlenmesi konusunda etkin tutum almamış ve cezasızlığı destekleyen açıklamalar yapmış olsa da uluorta emri altındaki kolluğa suç şüphesi bulunanların bacaklarının kırılması talimatı verecek kadar işi ileriye götürmemiştir. Bu topraklarda işkencenin varlığı ve sürdürülmesinden tüm eş kıdemlilerin ihmali, davranışla bu suçun işlenmesinde sorumluluğu vardır. Zaman aşımı işlemediği için bir gün bu suçtan yargılanacakları da muhakkaktır. Ancak Sayın Soylu ihmali davranışın ötesine geçmiş, işkence emrini hepimizin gözlerinin içine baka baka vermiştir. Yalnız işkence suçu nedeniyle değil, seçilmiş vekil ve atanmış bakan olarak kendisine verilmiş hak ve yetkilerin kötüye kullanılması suçu nedeniyle de yargı önüne çıkarılması, derhal kamu görevine –vekillik ve bakanlık- son verilmesi gerekmektedir.
Kamu görevine son verilmesi gereken bir diğer kişi de Diyanet İşleri Başkanıdır. Çocuk istismarına azmettiren açıklamaların kurumun internet sitesinde yayınlanmasına olanak tanıması nedeniyle kamu görevinden doğan hak ve yetkilerini kötüye kullanmıştır. Haber olmasının ardından internet sayfasındaki “dini kavramlar” alt başlığı kapatılmış, haber yapan internet sitelerine de erişim kaldırılmıştır. Hadi öyle bir yazıya yer verilerek bir hata yapıldığını varsayalım, ancak bir başka kamu görevlisi Sayın Bozdağ, asılsız haber yapanların ahlaktan söz edemeyeceğini belirtmiştir. Oysa internet önbellek erişimi haberin asılsız olmadığını ve gerçekten internette böyle bir sayfa olduğunu gösteriyor. Hatayı kabul edip özür dilemek yerine, “asılsız” deyip yalan söylemek nasıl bir davranış olarak tanımlanacak o halde?
Türkiye Cumhuriyetinin vergi veren bir yurttaşı olarak seçilmişler ile devletin yönetim ve yürütme aygıtlarının denetiminin bu sistem içindeki önemli araçlardan biri olduğunu düşünüyorum. Denetim mekanizmasının işleyişi ve katılıma olanak veren açıklığı ölçüsünde de yaşadığımız sorunları kısmen önleme olanağı bulabiliriz hep birlikte. Vergilerimizin kullanılma biçimi ve kurumların bütçelendirilmesi de bu anlamda tartışılması, üzerinde söz sahibi olmamız gereken kalemler olmalı. Örneğin nüfusunun önemli bir oranı Müslüman olarak tanımlansa da, Müslümanlığın değişik mezhepleri ve diğer dinlerin mensupları ile dinsizlerin de var olduğu bir ülkede tek bir din ve onun da tek bir mezhebinin temsilcisi bir kurumun genel vergilendirme sisteminden pay alması, vergilerimizden belli bir din ve mezhebin din görevlilerinin maaş ödemesinin yapılması ne derece uygun diye sormalı, din ve devlet işlerinin ayrıldığı iddia edilen bir ülkede böyle bir kurumun genel vergi sisteminden çıkarılmasını talep edebilmeliyiz. Hem o zaman böyle bir bilgiyi internet sitesine koyanları korumak ve dolayısıyla yalan söylemek zorunda kalmayacağı için Başbakan Yardımcısının Tevrat ile başlayan, İncil ve Kuran’ın da katıldığı tanımı çerçevesinde günah işlemesine gerek kalmayacaktır.
Çocuk istismarına azmettirmek de, işkence emri vermek de suç olmaya devam ediyor, “kamu görevlisi” sıfatı kötüye kullanılarak işlenmiş olduğunu da unutmadan!
Evrensel'i Takip Et