Demirtaş'ın başardığı
Fotoğraf: Envato
Şu yaşadığımız dünyada para, güç ve zor yoluyla hak etmediğiniz birçok şeye sahip olabilmeniz mümkün. Yalan ve iftirayı, yine bu imkanlarla, önemli bir kesim için hakikat gibi sunabilirsiniz. Ama, olumlu, örnek bir kişiliği para ile satın alamazsınız, güç ve zor yoluyla inşa edemezsiniz.
4 Kasım 2016’dan bu yana Edirne F Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden gönderdiği mektupla, 8 yıldır üstlendiği HDP Eş Genel Başkanlığı görevini bırakacağını, partisinin 11 Şubat’ta düzenlenecek olağan kongresinde aday olmayacağını açıklaması tam da bu nedenlerle tartışılıyor.
Öncelikle bu kararın, Kürt siyasi hareketinin çeşitli kurumları ile Demirtaş’ın iradesi, tercihine dair yönünü onlara bırakarak devam edeyim.
Demirtaş’ın bu kararını açıkladığı mektubunda yaptığı şu vurgular, bir siyasetçinin bildiğimiz mütevazı üslubuyla, kendisine dair olan bir konuyu, kendisini aşan bir gerçeklik bağlamına oturtarak, kendisinden sonra bu görevi alabilecek olanlara yol açma özellikleri bakımından da önemlidir, öğreticidir: “Demokratik siyasete inanan, ilgi duyan ve kendine güvenen gençleri ve kadınları HDP’de görev almaya, sorumluluk üstlenmeye davet ediyorum.
Unutmayın ki, 27 yıl önce yoksul bir işçinin çocuğu olarak özgürlük mücadelesine girmiş olan benim gibi biri, sadece halkın desteği ve inancı ile 8 yıl boyunca eş genel başkan olarak görev yaptı.”
Marx, kişilerin bilincinin oluşumunun içinde bulundukları koşullardan bağımsız olarak ele alınamayacağını vurgularken, idealizm ile kendi düşüncesi arasına da net bir çizgi çekmişti. Demirtaş da, yoksul bir işçinin çocuğu olarak girmiş olduğu mücadele ile geldiği eş genel başkanlık konumu bakımından, kendisinden sonrakiler için de, umut ve cesaret veren söylemiyle “İçinde bulunduğunuz koşullar buna imkan veriyor” diyor.
Demirtaş’ı siyasi yaşamı boyunca hem gazetenin mutfağında uzun yıllar politika editörlüğü yapmış biri olarak, hem de hiç bırakmaya niyetli olmadığım bir muhabir olarak sahada izledim. Kendisiyle özel röportajlar yaptım. Çeşitli vesilelerle epey bir kişisel sohbetim de oldu.
Yaptığı açıklamalardan farklı düşündüğüm zamanlar da olmuştur. Zaten bu yazı, bu açıdan da bir kişisel kültleştirme gayreti olarak okunmamalı. Ancak tüm bunlarla birlikte Demirtaş’ın, Ümit Kıvanç’ın 6 Ocak 2018 günü, Gazete Duvar’da kendisine dair yazdıklarını fazlasıyla hak ettiğini de belirtmeliyim.
Geçtiğimiz yıl yayımlanan, okuduğum en iyi siyaset kitaplarından biri de bu gerçekliği, somut dönem ve söylem analizleri üzerinden doğruluyordu. Akademisyenler Ülkü Doğanay, Halise Karaaslan ve İnan Özdemir Taştan tarafından kaleme alınan ve İmge Yayınları’ndan çıkan ‘Seçimlik Demokrasi’ başlıklı çalışmada, Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş’ın 2014-2015 yılları arasında gerçekleştirilen üç seçim öncesindeki demokrasi söylemleri analiz ediliyor.
Dört lidere ait 513 seçim konuşmasının niteliksel içerik analizi tekniği ile incelendiği, 28 konuşmanın da ayrıntılı olarak söylem analizinin yapıldığı araştırmada varılan sonuçlardan birisi şöyle: “Hem iktidar partisi liderlerinin, hem de ana muhalefet partisi CHP ve Mecliste temsil edilen 4 partiden birisi olan MHP liderinin konuşmalarına negatif bir dil kullanımı hakim olmuştur. Liderler, rakip partilerin seçmenlerine de seslendikleri seçim meydanlarında katı bir ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımı kurmuş, siyasi rakiplerini hedef alan, yolsuzluklarla, yetersizlikle, yönetmeyi bilmemekle, ülkeyi bölmekle, yıkmakla, istikrarsızlığa sürüklemekle, teröre destek olmakla, ülke aleyhine dış güçlerle iş birliği yapmakla, otoriterlikle, yasakçılıkla, vesayetçilikle ve genel olarak demokratik olmamakla suçlayan kutuplaştırıcı bir söylem benimsemişlerdir.”
Kitapta bu saptamanın ardından şöyle bir farka işaret ediliyor: “Burada bir parantez açarak, çalışma kapsamında konuşmaları incelenen liderler arasında Selahattin Demirtaş’ın rakiplerinden daha pozitif, bütünleştirici ve kutuplaştırıcı olmayan bir dil kullandığını, bununla birlikte, özellikle siyasi rakibine yönelttiği eleştirilerde ‘sert’ bir üslup yeğlediğini belirtmekte fayda vardır.”
Siyasi rakiplerine karşı, bir yandan, bugün tutuklu olmasının temel gerekçelerinden biri olarak da okuyabileceğimiz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ gibi net bir söylem, bir yandan da rakiplerine destek veren kitleler içinde bile kulak verilen, dinleme gereği duyulan bir üslup. Toplumun önemli bir kesiminin yıllar içinde bir ön yargı ile koşullandırıldığı Kürt sorunu gibi bir temel üzerinde durarak siyaset yapan biri için bunun hiç de kolay olmadığını unutmayalım. Böyle bir zeminde durarak hem sözünüzü net söyleyeceksiniz, hem de sizi dinlememeye, duymamaya koşullanmış olanlar tarafından bile ‘Hele bir dinleyelim, ne diyor’ diyerek dikkate alınacaksınız. Bu çok kolay başarılabilecek bir iş değil. Bunun başarılmasına da siyaset diyoruz.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00