‘Ağzı var dili yok’ vatandaşlar meselesi

Kirvem,

Yüzde onluk baraj dayatmasıyla veya tıpkı deveye hendek atlatmaktan çok daha beter olan bu alengirli seçim sistemimiz sonucunda; görünüşe göre halkımızın “özgür” iradeleriyle seçip, böylece milletin yüce meclisine kendilerini temsilen “vekil” tayin ettikleri bu zat-ı muhteremlerin kimileri; cumhurumuzun “reisi”i, kimileri başımızın başı “başbakan”, kimileri de kurulup oturdukları makamlara göre şu ya da bu konulara tepeden “bakan”ların yanı sıra, keza kimileri de yakalarına taktıkları afilli “rozet”leriyle ortalıkta gezinenlerin hepsi de, ülkemizin  bilumum “meseleler”ini çözeceklerine dair yemin billah ederek “işbaşı” yaptıkları malum!

Meclis kürsüsünden ellerindeki yemin metnini teklemeden, kekelemeden harfiyen okumalarının ardından genelde koalisyonlar yoluyla, arada bir de son zamanlardaki gibi tek başlarına “iktidar” koltuğunda oturan devletlularımızın evvelemirdeki arzuları, en azından üç çocuklu “çekirdek aile” formülüyle nüfusu çok şükür seksen milyonu sollayıp, giderek  seksen iki milyona ulaşan vatandaşlarımızın en “kıytırık” , en “entipüften” sorunlarından, en önemlilerine varıncaya kadar hepsininin defterini dürüp, tümüyle bertaraf etmek için gece gündüz demeden çırpınıp durdukları keza malum!

Ancak...hesapça yüce milletimizin gerek maddi gerekse manevi yönden her türlü meselelerinin kökünü kurutmak için ellerini önlerine çıkan ilk taşın, ilk tuğlanın altına koymayı şiar edinen gelmiş geçmiş neredeyse tüm iktidarlar, attıkları her adımın, çizdikleri her yolun sadece ve sadece vatandaşlarımızın ali menfaatlerini koruyup kollamaktan yana olduğunu neredeyse davul zurna eşliğinde dillendirip dururken, diğer yandan icraatlarına ya da düşüncelerine “muhalif” olanlara karşı ya hepten kulaklarını tıkıyorlar ya da tam aksine bu “hain”lerin seslerini soluklarını kesmek için ellerinden geleni ardlarına koymayıp veryansın edi-yorlar...

Neden?

Çünkü “demokratik hukuk devleti”mizin ezelden beri değişmeyen, daha da doğrusu yazılı olmayan kurallarına göre, “iktidar”ın dümen suyundan gitmeyip, bunun yerine sazlı, sözlü, yazılı “maraza” çıkaranların cemi cümlesini gari Allah ne verdiyse kabilinden yerine göre haşlayıp, yerine göre hoşafa çevirip veya kriterlerini kendi paşa gönüllerince belirledikleri günün “mana ve ehemmiyeti”ne binaen ağızlarına gelen her türlü kaknem sıfatlarla güzelce yıkayıp yağlamayı olmazsa olmaz babında görev belleyip, böylece ülkeyi sanki babalarından kalmış miras misali yönetmeyi görev beliyorlar, bellediler...

Yıllardan beri “taşıma suyla” döndürmeye çalıştığımız “demokrasi çarkı”mız her defasında şu ya da bu nedenlerle yalpalayıp, giderek paslanıp, eninde sonunda inildeye inildeye nihayet “dertli dolap” gibi gıcırdayıp dururken, bunun nedenlerini gelmiş geçmiş iktidarların yanı sıra, keza on altı seneden beri “düm tek, düm tek” kakafonisiyle yalnız başlarına memleketi yöneten devletlularımızın acaba hangi hanesine “altın harfler”le yazmalı?

Üstelik tekrarlana tekrarlana artık neredeyse kabak tadı veren, “Ülkemizin içinde bulunduğu şartlar” veya “İçinde bulunduğumuz kritik günler” lafazanlığıyla bir nevi “korku tellallığı”na soyunup, akabinde de “muhalif” sesleri, hukuk dışı “muhtelif” yollarla susturmaya kalkışıp, dahası da bütün bu alavera dalaveraları “kitabına uydurup”, dolayısıyla toplumu yönetmenin artık bundan kellim esamesinin okunmadığını, ayrıca bu tür “masallar”la iktidarlarını sürdürmeye, koltuklarını sağlam bir kazığa bağlamanın çabasıyla yanıp tutuşanların neredeyse tümü, özüme kalırsa aslında kendi acizliklerini belki de farkında olmadan ortaya döküyorlar ama öte yandan onların bitip tükenmeyen bu bencilliğinin ceremesini ne hikmetse çoğunlukla ne yazık ki “ağzı var dili yok” vatandaşlar ödüyorsa, ehh o zaman kabahatin büyüğü acaba kimde Kirvem!..

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et