20 Ocak 2018 23:49

İçimden özgürlüksüz

İçimden özgürlüksüz

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İlk satırından şaşırarak, heyecanı coşkuyla doruğa taşıyarak okunan kitaplardan hafızaya kaydedilmiş anlatımlar dışa aktarıldığında, bu düşüncelerin uygulamasının kesin siyasi zaferlere ulaştıracağına inanılan dönemler kuşağının yaşayanlarıyla, beyinlerindeki milyarlarca hücrenin birbirleriyle kurduğu bağlantılar şablonunun bilgisayar programlarının algoritmasından kopyalanmasına doğru ilerleyen yaşadığımız dönemler kuşağının gençliği arasında sıkışıp kalmak, bir de çaresizlik ve bıkkınlık duygularının girdabına kapılmışsanız, sonu inzivaya giden yolda tükenmeye başladığınızı fark ettiriverir aniden.

Sıkışıp kalmışlık gerçeklikse; gerçekliğimde hapsolmuş durumumu çözümsüz görmeye de başlamışsam, düşüncelerimin derinliğinde özgürlüksüzlüğün hicabını yaşar, ölüme meydan okumak bir yana, ona boyun eğmeye mi başladım, diye sorarım kendime. 

‘The Post’ filmini izledim; Kennedy’den hatta Eisenhower’den başlayarak Nixon’a kadar ABD başkanlarının Vietnam savaşında ardına sığındıkları yalanlar ve yalanları yayımlayabilmek için gazetecilerin verdiği mücadele anlatılıyor. Her savaşın dışa anlatımı yalan üzerine kurgulanır; yalan yasaklarla, yasaklar baskıyla, baskı hapis hatta yargısız infazla sağlanır. Savaşan iki taraf da yalan söyler, söylemek zorundadırlar. Ölenlerin yakınları ve halk, insanların ne uğruna öldüklerini, kimi neden öldürdüklerini bilmesinler diye; savaş nedeniyle yoksullaşanlar ne uğruna yoksullaştıklarını, yoksullaştıkça kimlerin nasıl zenginleştiklerini bilmesinler diye; kaybedilen topraklar, kazanılan topraklar, tahrip olan topraklar, yıkılan kentler, yok edilen bir kültür, kolayca bir kenara itilen yaşam ne uğruna kaybedildi, kazanıldı, tahrip oldu, yıkıldı, bir kenara itildi yok edildi araştırılmasın, bilinmesin diye.

Ülkede ilişkilerdeki adalet ve vicdan dengesinin ölçütü olarak hukuk yerine denetlenemeyen, sınırsız güce dayalı siyasi gücün vurursa vurur keyfiliği geçmişse; ülkede yaşayanlar doğduklarından ölümlerine kadar, özgürlüklerin ‘ama’larla özünden yok edildiği despotizmi devlet biçimi olarak demokrasi sanarak yaşamaya mahkum edilmişlerse,çoğunluk savaşın her alana sirayet eden yalanlarını bir süre umursamayabilir. Umursamazlık kimilerini yalanlara yalan katmakta mahir kılar, bunlar maharetlerinden maddi manevi çıkar sağlarlar; kimileri ise doğruların peşinde cezaevlerini boylar; ölen ölür, ölmemek için öldürür, öldüğü ve öldürdüğü, hatta öldürüldüğü için ödüllendirilir veya cezalandırılır. Ve siyasi yaşamın devamı yalanları doğruymuş gibi kabul ettirme, yalanı inkar etme kurgusuna göre biçimlendirilir; sonradan yalanı bulup doğruyu söyleyenlerin ‘vatan haini’ ilan edilmeleri daha baştan güvence altına alınsın diye…

The Post filminin altını çizdiği bir gerçek de, ABD’nin kuruluş felsefesinde düşünce özgürlüğünün, buna bağlı olarak basın özgürlüğünün ‘ama’sı olmaksızın sınırsızlığının toplumsal yaşamın asla vazgeçilmeyecek temeli olmasıydı; kurulduğundan bu yana bu temeli her türlü sarsıntıya karşı koruyarak varlığını sürdüregelmiş kitleler Vietnam savaşı yalanlarını açıklayan gazete ve gazeteciler söz konusu olduğunda ‘yönetenlerin değil yönetilenlerin’ mücadelesine destek veriyordu.

The Post filmini izlemek, az sayıda izleyenlerden biri olsam da, bana iyi geldi. 

Sıkışıp kalmışlık gerçekliğimde hapsolmuş durumumun çözümsüzlüğünde yer edinmiş içimdeki özgürlüksüzlük haline bir tekme, nereye varacağım umurumda değil, özgürlüğün sonsuzluğundaki coşku ve heyecana yeniden kaptırdım kendimi; ölüme meydan okumaya başlanılan süreçte sabırla yol almak daha çok yakışıyor…

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa