22 Ocak 2018

Latin Amerika'da yükselen sağ siyaset

Latin Amerika’da bundan yaklaşık on yıl önce tüm dünyada ilgi ile karşılanan bir süreçten bahsetmek mümkündü; hızla yayılan sosyal demokrat-sosyalist iktidarlar ve yükselen sol hareket. Venezüella, Bolivya, Ekvador, Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Nikaragua’da -ve daha mutedil bir formda da olsa Şili’de- birbirlerinden farklı ekonomik ve politik programlara sahip olan ancak mevcut hâkim ekonomik ortodoksiye farklı biçim ve oranlarda eleştiri getiren politik hareketler iktidara gelmişlerdi. İlerici olarak tanımlanan bu iktidarların bilançosunu yapmak, başarıp başaramadıklarını yorumlanmak hiç şüphesiz burada bahsedeceğimizden daha kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır.

Ancak şunu da belirtmek elzemdir. Latin Amerika’daki birçok ülke, 90’larda hızlı bir neoliberal saldırı ile karşı karşıya kalmıştır. Doğal kaynaklarının küresel sermaye ve ulus aşırı şirketler tarafından yağmalanması için politik aktörler tüm hukuki ve ekonomik alt yapıyı oluşturmuşlar ve bunun sonucunda da toplumsal yapı zarar görmüş, ülkelerin kurum ve siyasi aktörlerinin meşruiyetleri büyük ölçüde aşınmıştır. İşte 2000’lerden sonra hız kazanan sol dalgayı bu sosyoekonomik çöküntü içinde değerlendirmek gerekir.

Bu noktada, bölgedeki ilerici hükümetler neoliberalortodoksiye karşıt -kimi zaman post-neoliberal olarak da adlandırılan- bir program ortaya koydular. Yoksulluğun azaltılması, sosyal politikalarla toplumun marjinalize edilmiş sektörlerinin entegrasyonunun sağlanması, eğitim, sağlık gibi devletin temel görev alanlarına giren hizmetlerin toplumun geneline yayılması bu programın temel unsurlarını oluşturmaktaydı. Hatta bu ekonomik programın paralelinde Bolivya ve Ekvador’da olduğu gibi yerlilerin politik alanda gerçekleştirdikleri büyük kazanımlar da oldu.

Ancak özellikle ham madde ve tarımsal ürün ihracatına dayanan rantın daha adil bölüşümünü sağlayan bu program hiçbir zaman mevcut oligarşinin çıkarlarına dokunmadı, ulus aşırı şirketleri ve yabancı sermayenin hareketlerini sınırlandırmadı. Bugün bunun yarattığı kriz en keskin bir biçimde Brezilya ve Arjantin’de karşımıza çıkmakta. Hâkim sınıfların çıkarlarına dokunulmadığı örneklerde bugün gerici ve aşırı sağın çok aktif bir program üzerinde hareket ettiğini görüyoruz.

Örnek vermek gerekirse ülkedeki gerici ve aşırı sağcı unsurların bir darbe ile görevden uzaklaştırdıkları Dilma Rousseff seçmenler nezdinde popülaritesini büyük ölçüde yitirmişti. Bugün ise Rousseff’in yerini alan, Brezilya’nın seçilmemiş başkanı Michel Temer, İşçi Partisinin (PT) sosyal ve ekonomik alandaki tüm kazanımlarının üzerinden bir buldozer gibi geçiyor. Aynı durum Arjantin’de Kirchner hükümetinin yerine gelen Mauricio Macri için de geçerli. Macri hükümeti, iş kanunu gibi en kritik alanlarda yapmak istediği reformlarda büyük bir toplumsal muhalefet ile karşılaşıyor olsa bile emek piyasasını her ne pahasına olursa olsun esnekleştirmeyi amaçlayan yasadan geri adım atmıyor. Arjantin’de iş kanuna yönelik sokak muhalefeti artarken çalışma bakanının kendi evinde çalıştırdığı elemanın sigortasız olduğu ve ona hakaretlerde bulunduğu ses kaydı ortaya çıktı. Ancak bu skandalın bile Macri hükümetinin ne bakanından ne de reformdan vazgeçmesine sebep olamaması sağın emek konusundaki kararlılığını gösteriyor.

Yükselen gerici ve aşırı sağ dalgasına, Şili’de sağın Sebastián Piñera’nın seçim zaferi ile iktidara dönmesi, Honduras’ta seçim hilesi ile Juan Orlando Hernández’in tekrar iktidara gelmesi ya da Peru’da eski devlet başkanı Alberto Fujimori’nin affedilerek hapisten çıkması da eklenebilir. Venezüella’da ise ekonomik krizin yarattığı ortamdan faydalanan sağ, ülkedeki karışıklığın devam etmesi ve militarizasyonun yayılması için çaba sarf etmekte. Tüm bu gelişmeleri alt alta eklediğimizde bölgede sol dalganın yerini sağ aktivizmin ve reaksiyoner siyasetin aldığını söylemek mümkün. Sağ iktidarların ise ilk yoğunlaştığı alan hiç şüphesiz halkların sosyal ve ekonomik alanlarda elde ettiği kazanımların ortadan kaldırılması oluyor.

Fakat bu durumda bile, bölgede yeni ve hatta daha güçlü bir sol-sosyalist dalganın ortaya çıkabileceği beklenebilir. Oligarşinin ve sermayenin çıkarlarına dokunmadan, ülkelerin uluslararası küresel iş bölümündeki pozisyonunu iyileştirerek rantın daha adil bölüşümünü çözüm yolu olarak gören bir stratejinin çok sert bir biçimde geri teptiği aşikâr.

Kısıtlı kazanımlara mahkûm edilen ve eli kolu bağlanan toplumsal muhalefetin ise bu gerici dalga karşısında tekrar toparlanması ise hiç de uzak değil.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan-Şimşek programıyla Türkiye, yüksek faiz cennetinin yanı sıra uluslararası tekellere eğitimli ve ucuz işçi pazarı haline getirilecek.

Evrensel'i Takip Et