28 Ocak 2018 00:52

Bir Beyoğlu yurttaşıydı Madam Anahit

Bir Beyoğlu yurttaşıydı Madam Anahit

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Beyoğlu, gerçekten de bir “Babil Kulesi”dir. “Soyluluk düşkünü” bir kısım insana ve resmi tarihe göre eskiden erkeklerin kravatsız, kadınların şapkasız, yelpazesiz girmediği söylenen Beyoğlu, dün de bugün de özelliğini farklı kültürleri, inançları hoşgörü içinde bir arada barındırmasından alır.

Dünün Yahudi, Ermeni, Rum, Beyaz Rus meyhanecisi, sucusu, tütüncüsü, terzisi ve bugünün tinerci çocukları ile Türk, Kürt, Laz gibi her kültürden, milliyetten insanın yaşadığı Beyoğlu Cumhuriyeti’nin kendine özgü yasaları, kendi yurttaşları vardır. Eski Pera sakinlerinden sebzeci Cristo’ya, çizmeci Pandelis’e, antikacı Vitali’ye, fotoğrafçı Abdullah’a, bakkal Alexandre’a, saatçi Aslan Bey’e rastlamak artık olanaksız. O güzel mekânların yerini bugün finans kapitalin bankaları, döviz büroları, MC Donald’s’ları aldı. Meyhanelerin yerini barlar aldı. Yine de eski özelliklerini belli ölçülerde yitirmiş olsa da Nevizade Sokağın, balık pazarının, Çiçek Pasajı’nın meyhane ve restoranları yıllardır sanatçıları, aydınları, kendine özgü müdavimlerini barındırmayı sürdüren uğrak yerleri.

Çiçek Pasajı’nda onlarca yıl Beyoğlu’nun simgelerinden olan Madam Anahit’i görmeyen, tanımayan kalmamıştır.. Göz göze geldiğinizde o, sıcak gülümsemesiyle sizi selamlardı. O bir Beyoğlu yurttaşıydı. Her akşam “ekmek parası” için pasajda, Nevizade sokağındaki meyhanelerde şarkılar söyler, sonra sessizce evinin yolunu tutardı.

1990’lı yıllarda gece yarısından sonra pasaj kapanıp müdavimleri evlerine doğru yöneldiğinde o, akordiyonu ile haftanın birkaç günü çaldığı barın yolunu tutuyordu. O günlerde karşılaşmış ayaküstü konuşmuştuk. Sonrasında defalarca karşılaştık, sık sık sohbet edebilme olanağı bulmuştum.

BÜTÜN AŞKLAR TATLI BAŞLAR
Madam Anahit’le ayaküstü koyulaşan sohbetlerimiz ikimizi de kesmemişti. “Böyle olmaz, eve beklerim. Daha rahat konuşuruz” demişti ve görüşmek üzere sözleşmiştik. Daha önce oturdukları tarihi bina yol geçeceği için yıkılmış, yine Tarlabaşı’nda eski ve küçük fakat şirin başka bir eve yerleşmişlerdi. Belediye’ye açtığı bedel davasını kazanmış, üstüne para ekleyerek Balıkpazarı’nda bir daire almıştı. Madam Anahit’i o günlerde Tarlabaşı’ndaki evde ziyaret etmiştim.

“Yeni evimiz çok güzel, ama çok merdiven var, o yüzden daha oraya geçemedik. Böyle küçük bir evde oturuyoruz.” Küçük evin duvarları Madam Anahit’in Ayhan Işık, Levent Kırca, Kemal Sunal, Nevra Serezli, Gönül Yazar, Kartal Tibet gibi pek çok sanatçıyla birlikte çekilmiş fotoğraflarıyla doluydu. Hemen onların yanında o zamanlar bir dergiye kapak olmuş gençlik resmi asılıydı. “Çok güzeldim gençken, birçok filmde de oynadım. Yılmaz Güney’le de oynadım. “Arkadaş”ı gördün mü? Beni hatırlar mısın? İyi sanatçıydı Yılmaz Güney. Sonra Levent Kırca çok iyi, nasıl da güzel taklitler yapıyor. Ah! Ne anılarım oldu pasajda. Aytekin Kotil beni çok severdi. Pasaj yıkılırken beni araya koydular, “sen konuş, seni sever,” dediler. Çok muhterem bir insandı. Hani İstiklal Caddesi’nde bir gün var, bak şimdi unuttum, bandolar falan çalar. O gün beni aramış, gittim buldum. İstiklal Caddesi’nde çaldım bando ile beraber.

Bu arada önüme pasta, kek ve börek geliyor. Evde oğlu Günay, gelini ve ‘ahbabı’ Suzan hanım da var. Günay, “annem böyledir işte” diyor, “incedir, çok misafirperverdir.”  Ben bu incelikli misafirperverlik karşısında mahcup, önüme konanları bitirmeye çalışırken Madam Anahit, “şimdi de ben sorayım, hiç âşık oldunuz mu?” diyor. “Evet, birkaç kez. Ya siz?” diye yanıtlıyorum. “Çok, sayısını ben de bilmem. Dört evlilik yaptım. Bir çiçekle yaz gelmiyor, ama evliliğe taraftar değilim. Zamanla o hararet kalmıyor, monotonlaşıyor, tatsızlaşıyor. Dört koca boşadım, bütün aşklar tatlı başlar. Sevmek ve nefret etmek beraber yürüyor. Sizde de böyle mi olur?”

“İlk kocam müzisyendi. Şahane bir adamdı, nasıl severdi beni. Biz cahillik ettik boşandık. Sonra bir daha evlendik onunla, ilk göz ağrısı. Hâlâ onu ararım, inanır mısın? İyi müzisyendi, gizli gizli çalmaya başladım eşimden. Gençlikte güzeldi her şey. Ne zenginler, ne ünlü aileler istedi, kabul etmedim. Kızı boş bırakırsan ‘ya davulcuya ya zurnacıya gider’ derler, öyle oldu. Hâlâ da âşık olurum, yaşıma rağmen gençleri yolda bırakırım. Canlı, hareketli, neşeyi seven, şakayı seven bir insanım. Kötü anılar da var, güzel anıların yanında.”
Madam Anahit küçük bir çocukken, Heybeliada’da ‘siyah bir akordiyon’ çalan genç bir adamı görünce, annesine akordiyon alması için tutturur. “Annem de piyanistti. Konserler verdi, tahsilli kadındı.” Çok ısrar edince annesi ona Papa Jorci’den 170 liraya bir akordiyon alır. İçine çalamam korkusu düşünce Saint Antuan’a adak yapar. Artepenon adlı hocadan ders alır. “Benim için ‘çok yetenekli’ demişti hoca. Şimdi Paris’te. Bu aşk da böyle başladı. Güzel bir şey müzik.”

Boşalan kek ve börek tabaklarım yeniden dolmuş, çay bardağımsa hiç boş kalmamıştı. Evdeki kediler de Madam Anahit’in cömert ikramlarından fazlaca payını alıyordu. “Kedilerimle fotoğrafımı çek benim. Sokaktaki kediler yolumu gözler. Gece gelirim, onların karınlarını doyurmadan girmem eve.” Hava kararmış, benim gitme vaktim gelmişti. Hiç bitmemesini istediğim sohbetimizi ‘şimdilik’ diye bitirip izin istiyordum. “Yine beklerim. Bir dahaki sefer yeni evimizde konuşuruz. Bütün Beyoğlu’nu görüyorsun pencereden. Ne antikalar, biblolar var göreceksin.”

Evden ayrıldığımda sokağın köşesinde bir süre durup arkama bakıyorum. Tarlabaşı’nı, buraların yoksul insanlarını, Madam Anahit’in o ince ve cömert misafirperverliğini düşünüyorum. O, birazdan elinde akordiyonu ile Çiçek Pasajı’nda ekmek parası için tarih yazmaya devam edecekti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa