Hipokrattan beri dayanıklı kalan
Meslek odaları kendi üyelerinin tüzel statülerini korumak ve geliştirmekle iştigal ettikleri gibi aynı zamanda toplumsal sorumluluklar da üstlenirler. Bir bina, makina ya da kentsel bir projenin çevreye etkisini, çevrenin ilgili nesneyle ilişkisini, bunların insanların hayatını nasıl etkileyeceğini hesaplamadan mimarlık ve mühendislik mesleğini yapmak mümkün değildir. Meslek örgütleri bir toplumsal sorumluluk içinde siyasetin konjonktürel dalgalanmalarından yararlanan rant çevrelerine, “çeşmeyi akarken doldurmaya” kalkanlara karşı kamu yararının uzun vadeli çıkarlarının sözcüsü olur, halkın dikkatini çekmeye çalışır ve yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesi için mücadele ederler.
Tabip Odalarının işlevi de sadece hekimlerin çalışma düzenleriyle ilgilenmekle sınırlı kalmaz. Mesela neoliberalizmin insan sağlığını metalaştırması anlamına gelen sağlıkta dönüşüm programlarının, şehir hastanelerinin, sağlıkta özelleştirmenin, sağlık sektöründeki performans, esnek çalışma, taşeronlaştırma gibi uygulamaların toplum sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileriyle de haşır neşir olurlar. Olmuşlardır da. Bu konudaki önerileri siyasi iktidarların tercihleriyle uyumlu olmak zorunda da değildir.
Türk Tabipleri Birliği hekimleri “Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz” dedikleri açıklamalarında “savaşı bir halk sağlığı sorunu olarak” gördüklerinin altını çiziyor ve “her savaşın fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık sorunlar”ına yol açacağına dikkat çekiyorlar.
Ne var ki bu açıklama hakkında açılan soruşturmaya paralel olarak İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklama TTB’ye “Merkez Konseyi üyesi şüphelilerin görevlerini kötüye kullanarak, terör örgütünün faaliyetlerini meşru gösteren, halkı kin ve düşmanlığa sevk eden bir açıklama yaptığı belirtilerek, bunun, hukuk tarafından korunacak yönünün bulunmadığı bildirildi” ifadeleriyle söylemediği şeyleri vehmediyor. Üstelik “suçu ve suçluyu övdüğü” ithamında bulunuluyor. Açıklamada harekata savaş denmesi de bir kanıt olarak sunuluyor.
Haklarında soruşturma açılıp sonra da gözaltına alınan TTB Merkez Yönetiminden 11 kişinin, suç duyurusunda bulunan bakanlık tarafından suçlarının sabit görülmesinin “hukuk tarafından korunacak” bir yönü mevcut koşullarda herhalde vardır! Çünkü zaten böyle bir açıklama kendisini hukuk üzerindeki vesayet koşullarının genişletilmesine borçlu görünmektedir.
Mevcut gerilimli ortamda söylenenler kadar söylenmeyenler de suç sayılması artık bir ortalama oldu. Harekatla ilgili destekleyici tutumlarını belirtmemiş kimi ünlülere yapılan “haydi konuş” baskısının bir benzeri hekimlere yapılarak kapsamı “daha önce şunu niye söylemedin”e, “barış istediğin için teröre destek oldun”a kadar genişletilmiş durumda…
Siyasi iktidar gibi düşünenlerin/seçmenlerin özde, düşünmeyenlerin sözde yurttaş kategorisinde tasnif edilmesi yeni değil. Ama bu kutuplaştırma politikaları mevcut ortamda faz atlamış durumda. Bu bakımdan açıklamayı yapan TTB yönetiminin sözde hekimler olarak ilan edilmesi bir iktidar ezberinin nasıl karikatürleştiğinin de göstergesi.
Halk sağlığı ile ilgili sorumluluğunu yerine getirmek kaygısıyla bir beyanda bulunan TTB gibi bir emek örgütünün yöneticilerinin gözaltına alınmasıyla kuşkusuz barış talebinde bulunan diğer emek örgütleri ve kesimler için de bir faaliyet kriteri belirlenmeye çalışılıyor. Ama barış isteyen hekimlerin meslek etiğinin sınırlarının siyaseten çizilmeye çalışılması vahimdir. O etik Hipokrat’tan bu yana, konjonktürel siyasetin karşısında hep dayanıklı kalmıştır.
Sevgili Şebnem Korur Fincancı “Sözde olmayan bir hekimden yaşama güzelleme” başlığını taşıyan yazısında demiş ki: “Hekimlik çok özel ve ayrıcalıklı bir durumdur. Yaşamdan yana olma, yaşamın ölüme galip gelmesi ile bize yaşadığımız sürece olağanüstü armağanlar sunar. O armağanları çoğaltmak için elimizden geleni yaparız. Her zaman başarılı olamasak da, yaşam için tüm olanaklarımızı seferber etmek boynumuzun borcudur.”
Evrensel'i Takip Et