Ey ve hey!!!
R.T. Erdoğan, “Afrin’e bakıyorum YPG, PKK terör örgütünün şu anda nasıl kaçtıklarını görüyorum. Onlar kaçacak mehmetçiğim, bizler hep birlikte kovalayacağız. Şimdi kara harekatı devam ediyor, durmak yok. İnançla, kararlılıkla yola devam edeceğiz. Geri adım atmayacağız. Şu anda havada, karada, cephede Mehmetçiğimizi, Özgür Suriye Ordusunu dualarınızla yalnız bırakmayın. İnşallah çok kısa sürede bu operasyonu tamamlayacağız” dedi. Başbakan Yıldırım, “harekatın çok seri şekilde yapılacağını ve sınırın içinde 30 kilometrelik bir güvenli hat oluşturulacağını” açıkladı. “Hükümet sözcüsü” Bekir Bozdağ, Türk savaş uçaklarının Rusya’yla yapılan anlaşma çerçevesinde Suriye harekât gerçekleştirdiğini söyledi. Ve TSK karargâhı, askeri harekatın 18. gününde, “etkisiz hale getirilen toplam terörist sayısının 997 olduğunu” açıkladı.
Suriye sınırları içinde “30 kilometre derinliğinde güvenlik bölgesi oluşturma”yı, Devlet Bahçeli’nin deyişiyle bütün bu yöreyi “yakıp-yıkarak” başarmak üzere havadan ve karadan bombalamanın adı, “Zeytin Dalı Harekatı” olarak tespit edildi. Savaş istemediklerini ve barıştan yana olduklarını söyleyerek harekatı eleştiren 450 civarındaki kişi hakkında soruşturma açıldı veya gözaltına alındılar. Suriye topraklarında, Kürtlerin yaşadıkları Afrin’e yönelik hava ve kara bombardımanları eşliğinde süren askeri harekata yönelik eleştirileri nedeniyle TTB’nin sekiz yöneticisi bir haftaya yakın gözaltında sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı. Afrin’in “fethi”ni isteyen Bahçeli ve Erdoğan, TTB’yi “vatana ihanetle”le suçladılar!
İzlenen, içeride ve dışarıda savaş ve saldırı; militarizm ve siyasal gericilikte yoğunlaşma politikasıdır: SADAT adlı yasadışı ‘ordu’nun Saray’a bağlı tümgeneral komutasında oluşturulduğu, SADAT başkanının “güvenlik zirvesi”ne katılmasıyla açıklık kazandı; Torba KHK’larla Saray’a bağlı askeri birimler oluşturulması yasalaştırılmak isteniyor; AYM ve tüm yargı kararları fiilen “Reis”in iradesine bağlı hale getirildi; iktidar, savaş ve OHAL gerekçeli olarak muhaliflerin mal-mülklerine el koyabilecek, vs, vb. Ve işte böylesi bir askeri sosyopsikolojik ortamda, şovenizm zehrini daha geniş kesimlere içirerek yağmadan aldığı payı artırma çabasındaki “Saray havuz basını”, “Bugün kaç terörist öldürüldü?” sorusunu rütinleştirdi. İktidarın tepesindekiler ise, günlük öldürme raporlarıyla şovenizm ve saldırganlık yelkenini şişirmeyi, iktidarlarını ve hakimiyetlerini güçlendirmenin manivelası olarak kullanıyorlar. Parti kongre ve kurultayları militarizme selama durmanın arenasına çevrildi. Savaş ve seçim kampanyası içiçe ve birbirini güçlendirecek şekilde yürütülüyor. Erdoğan, birkaç gün önce, “Beştepe Külliyesi’” de denilen Saray’da düzenlenen TÜGVA Gençlik Buluşması’nda “Bugün de Afrin’de hamdolsun, teröristlerden 800 tanenin işi bitti. Akşama kadar bu sayı daha da artacak” diye müjdeleyerek, salondaki “Erdoğan gençliği”ne, “Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarında olduğu gibi kabus olup mücadele edeceksiniz. İnşalah beraber gideceğiz. Gerekirse beraber gideceğiz” (‘Reis bizi Afrin’e götür’ sloganları atılıyor) diye, kin ve din şırınga ediyordu.
Bu türden açıklamalara, rutin hale getirilmiş “şehadet”in kutsanması eşlik ediyor. Erdoğan diyor ki; “20 Ocak’ta başlattığımız Zeytin Dalı operasyonu başarıyla devam ediyor. Rabbimizin şehitler konusundaki müjdeleri en büyük teselli kaynağımızdır. İnancımıza göre şehitler ölmez. Onlar diridirler ancak biz onları göremeyiz. “Ve Bahçeli, onu izliyor: “Son silahlı hain ele geçirilinceye kadar bu mücadele durmayacaktır... Kahraman Mehmetçiklerimiz teröristleri iman gücüyle ezeceklerdir... Kahramanlar vatan için toprağa düşmektedir. Her birinin ayrı bir hikayesi ve yeri vardır. Bayrak şehitler sayesinde dalgalanmaktadır...” Henüz haki üniforma giymemiş ama “gürlüyor”: “Eğer yeri gelirse ben de bir bozkurt gibi en ön safta Afrin’e gider, gerekirse bu millete taşıdığım canı seve seve feda etmeye hazırım. Bu da bir millete devlet sözüdür.” Erdoğan, daha önce gidebileceğini söylemişti; aslında Erdoğan’ın deyişiyle “Bay Kemal” de, pekala gidebileceğini açıklayabilirdi, eksik kaldı; ama bol bol övgü ve minnettarlıkla kampanyaya katılmaktan geri kalmadı.
Gideceklerinden değil, halkın çocuklarının gidip ölmelerini teşvik etmek, Türk-Kürt asker gençlerin ölümünün “şart” ama aynı zamanda “kutsanmayı hak etmiş olduğu”na inandırarak milliyetçi önyargıların etkisindeki kesimleri savaş yedeği haline getirmek için buna ihtiyaç duyuyorlar. Bu hesap ve politikanın ama ne ülkeye, ne ülke halkına ne de bölge halklarına en küçük bir yararı yoktur. Zararı ise, sözcüklerin kifayetsiz kalacağı düzeyde derin ve büyük!
Suriye Türkiye’ye savaş açmadı. Suriye Kürtleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile barış içinde yaşamak istiyoruz dediler. Ama Erdoğan, ve Bahçeli dahil iktidarı nimetlerinden yararlananlar, Suriye topraklarında “vatan savaşı yürütüldüğünü” söylüyorlar. Ve ekonomik-sosyal hakları için patronlarıyla sermaye iktidarına karşı, grev dahil çeşitli eylemlere başvuran işçilerin büyük çoğunluğu dahil Türk ulusundan emekçilerle burjuva-küçükburjuva kesimlerin yığınsal çoğunluğu, ülkenin “terör belasından kurtarılacağı” vehabına kapılmış vaziyette bu söylemin ardına takılmış bulunuyorlar.
Oysa biraz düşünmek, başka ülkelerin yaşadıklarını gözönüne getirmek, Kürtlerin kaderlerine askeri güç yoluyla hakim olma politikasının ülkeyi ve “millet”i sürüklediği belaların çetelesine bakmak, tutulan yolun ve seçilen araçların nasıl da daha kapsamlı felaketleri davet ettiğini görmek için bir “pencere açabilir”. Hangi etnik kökenden olursa olsun Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin, Türkiye’nin kent ve kır yoksullarıyla küçük mülk sahiplerinin sadece yakın geleceğini değil bugününü de daha çok karartacak bir politikanın yürürlükte olduğunu ve sürdürülmesi engellenmediğinde, bu politikanın çeşitli diğer ülkelerde yıllarca yaşandığı üzere faşist kudurganlığın tesisine yol aldığını görmemeleri, ülkenin de, “millet”in de felaketini hazırlayanları cesaretlendiriyor. Hergün her saat “kurtuluş, huzur ve güven” olarak propaganda edilen çünkü, gerçekte, başvurulan yayılmacı fetih harekatlarının, saldırı, baskı ve yasakların “millilik” giysileriyle süslü albenisidir. Yanıltıcı, aldatıcıdır bu albeni! Örnekleri daha önce çeşitli ülkelerde görüldü. Küçük bir azınlık iktidar gücünün çıkarları ve hegemonyası için bütün bir halkın ve diğer ülkeler halklarının içerde ve dışarıda kırımlara uğramasının ortamı, bu zehirli “sos”un da yardımıyla yaratıldı.
Halk kitleleri-ya da onların büyük çoğunluğu, “ülkenin ve milletin saldırı altında olduğu”na inandırılmaya çalışılarak, “şehadet”e övgülerle ve ölülerin başı üzerinden işletildi faşist zulüm çarkları. Yayılmacı-fetihci militarizmin güç kazanmasının cezasını halklar, istisnasız bütün kesimleriyle ödediler ve ancak büyük kayıplar sonunda, yanılgılarının farkına vararak o kanlı iktidarları yerle yeksan ettiler. Ama tarihin hep aynı şekilde tekerrür etmesi gerekmiyor ve zaten öyle de olmayacak. Büyük güçlerin taşeronlar, kuklalar, işbirlikçiler eliyle bu geniş ve büyük bölgede sürdürdükleri etki alanları kavgasına katılmak ya da onlar arasındaki çelişkilerden yararlanarak “parçalanma tehdidi altındaki ülkeler ve topraklardan pay alma” hesapları yapmak, yeni ve hırslı tekelci sermaye vurgunculuğunun “gözükara” çıkarları adına, “şehadet”leri çoğaltma çağrıları, yıkım ve yoksulluğu büyütecek; düşmanlıkları artırıp-çoğaltacak, ateş ve aleve atılmayı, “etnik köken ayrımı tanımaksızın” yayacaktır.
Bu yol, bu yöntemler, bu savaşçı ve özgürlük karşıtı söylemler, bu bombardımanlar ve yakıp-yıkmalar hiçbir halka yarar sağlamazlar. Bütün ajitatif çağrıları ve zehirleyici söylevlerine rağmen, asker elbisesi giyerek savaş kahramanlığı gösterilerine kalkışan politikacıların militarist cengaverliklerinin kurbanları kendileri, kendi çocukları, yakınları olmayıp halktan insanların çocukları olmaktadır. Böyle olduğu, elbette günden güne daha çok açıklık kazanacaktır. Ama biz, daha fazla acının yaşanmaması, daha ağır yıkımların olmaması için, bu politikanın terkedilmesini istiyoruz. Ülkemizin ve bölgemizin tüm halklarının yararına olan çünkü budur.
Evrensel'i Takip Et