11 Şubat 2018

Demokrasi dediğimiz devlet biçimi söz konusu olduğunda, baro, yargının yapılandırılmasında yer alan ‘savunma’ kurumunun örgütlenmiş yapısıdır. Tıpkı, Savcılar Yüksek Kurulunun yargının yapılandırılmasında yer alan ‘iddia’ kurumunun örgütlenmiş yapısı olması gibi. 

Yani demokrasi dediğimiz devlet biçiminde yargı üç temel yapı üzerine kurulur, yapılandırılır, örgütlenir ve böylece işlerlik kazanır: İddia-savcı, savunma-avukat ve hüküm-yargıç. İddia kurumunun örgütlü yapısı Savcılar Yüksek Kuruludur ve bu kurumun uygulamada işlerliğini savcı sağlar. Savunma kurumunun örgütlü yapısı barodur ve bu kurumun uygulamada işlerliğini avukat sağlar. Hüküm kurumunun örgütlü yapısı Hakimler Yüksek Kuruludur ve bu kurumun uygulamada işlerliğini yargıç sağlar. 

Yani demokrasi denen devlet biçiminde baro öz olarak avukatların meslek kuruluşu değildir; baro yargının en temel yapısal kurumu ‘savunmanın’ örgütlenmiş halidir. Baro-avukat ilişkisinin özü bir meslek kuruluşu ile o meslek sahibi üye arasındaki ilişki değildir; baro-avukat ilişkisinin özü savunma kurumunun örgütlü yapısı ile savunma kurumuna yargılama faaliyeti sürecinde işlevsellik, işlerlik kazandıran avukat ilişkisidir.

Böyledir çünkü;

Demokrasi dediğimiz devlet biçiminde, yüz yılların mücadelesi sonucu, ‘İktidar gücünün özünde mutlak bir cezalandırma kudreti vardır’ inancı yargının toplumsal meşruiyet zemini olmaktan çıkmıştır. Mutlak cezalandırma kudretini yargıda dengeleyen, hatta giderek bu varsayımsal kudreti ortadan kaldırmayı hedefleyen ‘savunma’ kurumuna bu nedenle önem verilmiştir. Bağımsız baro örgütlenmesinin bünyesinde ve baronun güvencesinde savunma kurumuna işlev kazandıran, yargılama sürecinde ‘savunmaya’ işlerlik sağlayan bağımsız, dokunulmaz, özgür avukat demokrasinin anlayışıdır.

Despotizm dediğimiz otoriter devlet biçimlerinde ise, siyasi, ekonomik, militer güçler tek merkezde toplanır; despotizm derinleştikçe merkez de giderek tekleşir, denetim dışı tutulur, sorgulanamaz, halka itaatten başka yol bırakılmaz. Bu tür devlet biçimlerinde iktidarın mutlak cezalandırma kudreti doğal gereklilik gibi sunulur ve yargının toplumsal meşruiyet zemini olarak kabul edilir. ‘Savunma’ sadece bir ‘hak’ olarak gösterilir, yargının örgütlenmesinde kurumsal niteliğiyle dikkate alınmaz. Baro ya da bağımsız baro ve avukat ya da bağımsız, özgür, dokunulmaz avukat gereksiz, hatta zararlı fikriyata dönüşür.

Yani, kısacası ve işin özü, demokrasi denen devlet biçiminde yargı = iddia (savcı) + savunma (avukat) + hüküm (yargıç) iken despotizm denen devlet biçimlerinde yargı = iddia (savcı) + hüküm (yargıç). İkinci denklemde yargı yapılandırılırken baroya savunmanın örgütü olarak yer verilmez; savunma, baro, baroya kayıtlı ve hatta hukuk fakültesi mezunu avukat gereği bile yok hükmünde sayılabilir.

Bu topraklarda demokrasi devlet biçimi olarak var olamamış, iktidarın mutlak cezalandırma kudretini sorgulayan, onu gemleyen, onu uysallaştıran, giderek onu yargı alanında ortadan kaldıracak ‘avukatlık’ anlayışı, yapısı, işleyişi gelişememiştir. Baro Türkiye’de ancak avukatların meslek örgütü olarak var olabilmiştir. 

Türkiye’de yargı düzenlenirken savunmaya kurumsal niteliğiyle yer verilmemiş, baro savunmanın örgütü olarak yapılandırılmamıştır. Baronun yargının temel kurumu olarak örgütlenmesi demokrasi mücadelesinde cazibesi olan bir talep haline getirilememiştir.

Düşünceleri, yaşam felsefeleri, inançları, hukuki görüşleri, ahlak anlayışları, dostluk ilişkileri, siyasi tercihleri birbiriyle uyuşmayan, hatta birbirine zıt olan binlerce avukatın, avukatlık yapabilmesi için bir baroya zorunlu biçimde üye olması: Demokrasi denen devlet biçiminde; adaleti yargı alanında arayanlar lehine, halkın hak arama özgürlüğünün zaferi için, ihtilafların çözümünde iktidarın tasallutundan kurtulmuş bir yargı sisteminin gerçekleşmesi açısından kaçınılmazdır, vazgeçilmezdir.

Despotizm dediğimiz devlet biçimlerinde; mahkemelerde müvekkilleri için bir duruşma salonundan diğerine koşuşturan avukatlar (Belki onlara yakın geleceğimizde inancı tam dava vekilleri de eklenecek) bakımından kendilerine zorla giydirilen deli gömleği, siyasi iktidar bakımından ise milimini yerli ve milli olmayana kaptırmaması gereken mutlak cezalandırma kudretinin mahremiyetine saldırı olarak değerlendirilir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et