Ülke olağanüstü halden sürekli savaş haline doğru bir gidişe sürüklenmiş durumda. Olağanüstü hal darbecilerle mücadele adına ilan edilmiş, ama uygulamaların ve kapsamın çok geniş olduğu, olduğu kadarıyla da zaten sorunlu olan eski hukuksal normların ortadan kaldırıldığı, tüm muhalefetin susturulmaya ve ezilmeye çalışıldığı olağan bir yönetim biçimine dönüşmüştü. Olağanlaşan bu yönetim biçimi artık savaş koşullarının öne sürüldüğü ve bu sürecin ne zaman sonlanacağının kestirilemeyeceği bir keyfiliğe doğru evrilmiş durumdadır.

Coğrafi olarak değerlendirildiğinde ülkenin bir bölümü Ortadoğu’dadır. Son yıllarda giderek daha fazla Ortadoğu sorunlarına ilgi gösterilse de ülke henüz politik ve stratejik olarak bir “Ortadoğu ülkesi” durumuna gelmemişti. Ama artık bu durumun hızla değiştiği bir sürece girilmiş durumdadır. Ülke, Erdoğan iktidarının Suriye’de -El bab, Afrin, İdlip- peş peşe yaptığı hamlelerle Ortadoğu sorunlarının içine her geçen gün daha fazla batmaya başlamış, bir gün sonra hangi sorunlarla karşılaşılacağının kestirilemediği bir Ortadoğu ülkesine dönüşme yoluna hızla girmiştir.

Artık Ortadoğu’nun neredeyse bütün sorunları ülkenin dış ve iç politikasının bir sorunu haline gelmiştir. Bu gerici gelişme kolayca görülebileceği gibi birdenbire gerçekleşmemiş, ülke içinde uygulanan politikaların bir uzantısı ve sonucu olarak şekillenmiştir. Yeni Osmanlıcılık ve yayılma hayalleri ile beslenen, milli ve yerli demagojileri ile güçlendirilen gerici politikalar bu sürecin şekillenmesinde etkin bir rol oynamıştır. Bu nedenle Abdülhamitçilerle Enver Paşacıların aynı frekanstan konuşmalarının şaşırtıcı bir yanı bulunmamaktadır.

Bu gidişatın antiemperyalizmle, Antiamerikancılıkla, vatanın savunulmasıyla da bir ilgisi bulunmamaktadır. Antiemperyalizm yoktur, emperyalist büyük devletler dev şirketleriyle, bankalarıyla, büyük yatırımlarıyla, verdikleri kredilerden aldıkları ana para ve faiz ödemeleriyle, askeri iş birlikleriyle pençelerini ülkenin bağrına geçirmişlerdir ve iktidar tarafından da daha fazla geçirmeye davet edilmektedirler. Antiamerikan değildir, Amerikan şirketlerinin 54 milyar dolarlık varlığı devam etmekte, bölgede “Bizimle iş birliği yap” çizgisi izlenmekte, İncirlik, Kürecik gibi tesisler Amerika’ya hizmet etmeye devam etmektedir vb. Bu çizgi tutarsız ve anlık dönüşlere açık bir çizgidir. İş birlikçilikle, onlarla girilen farklı ittifaklarla yayılmayı ve genişlemeyi hedefleyen bu gerici politikaların vatan savunmasıyla bir ilgisi de bulunmamaktadır.

İzlenen bu gerici politikanın, dünyanın en büyük emperyalist devletleriyle, bölgedeki etkin devlet ve güçlerle ilişkilerde geçici ittifaklardan çatışmalara giden, artık koşulların ve “zorunlulukların” peşinden sürüklenen bir politika olması kaçınılmazdır. Ortadoğu bataklığı da zaten tam da bu durumlara uygun düşen bir tanımlamadır. Ortadoğu’yu, emperyalist büyük güçlerin dünyanın diğer bölgelerinde sürdürdükleri karşılıklı egemenlik ve güç mücadelesinden ayrı düşünmek olanaklı olmadığından, bu bölgenin yakın bir dönemde “istikrara” kavuşacağını, “eskiye” döneceğini de beklememek gerekiyor.

Bu tablo yukarıdaki gibiyse, o zaman şu sorunun sorulması kaçınılmazdır. Ülkenin ve halkın kaderi bugün ülkeyi yöneten iş birlikçi büyük sermayenin temsilcisi egemen sınıf kliğinin ellerine mi bırakılacaktır? Bunun ülke ve bölge halkları için çatışmalı, felaketli, yıkımlı bir süreç olduğu ve bu durumun daha da ağırlaşacağı ortaya çıkan gelişmelerin de gösterdiği gibi inkar edilemez bir gerçektir. Diğer bir gerçek de bu politikaların tek adam, tek parti diktatörlüğü kurulmadan sürdürülemeyeceğidir.

Kuşkusuz acı, felaket ve yoksunluklar bu ülkenin asıl sahipleri olan işçi ve emekçi halkı olgunlaştıracak ve olayları daha gerçekçi değerlendirebileceği bir yolu da açacaktır.Yine kuşkusuz sonuçta bu ülkenin kaderini büyük sermaye değil, işçi ve emekçi kitleler belirleyecektir.  Bağımsız, demokratik bir ülkeyi onlar inşa edecektir. Ama bugünden bu felaketli gidişe dur demek için mücadele etmek, halkı uyandırmak ve sarsmak tarihsel bir sorumluluk olarak bu ülkenin yurtseverlerinin, ilericilerinin, solcularının, sosyalistlerinin önünde duruyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et