19 Şubat 2018 01:00

‘Şehit’e icrada içimizi acıtan başka şeyler de var

‘Şehit’e icrada içimizi acıtan başka şeyler de var

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Astsubay Musa Özalkan...
Adını, ‘Zeytin Dalı harekatının ilk şehidi’ başlıklı haberle duyduk önce.
Sonra da...
2009’da karıştığı trafik kazası nedeniyle ödemeye mahkum olduğu tazminat gerekçesi ile...
Emekli ikramiyesine ve aracına haciz konulmasıyla.
***
Haciz işlemi Musa Özalkan ölümünden bir gün sonra yapılmıştı.
Olay insanların duygu ve düşüncelerinde bir çok depremi tetikledi!
İnfial yarattı; ‘Vatan için ölene haciz mi gönderilir’ denilerek.
Fırsatçılık lanetlendi; ‘Şahadete erir ermez yapılan ölü soyuculuğu’ tespitiyle.
Sorgulandı; ‘Ölüme gönderirken tereddüt etmeyen devlet ölenin borcuna neden kefil değil?​’ sorusuyla.
Eleştirildi; ‘Her şehit haberinin arka fonunda yoksulluk eksik olmuyor’ vurgusuyla.
Türkiye hepsini ve daha fazlasını yaşadı. Ama nedense devlet birini dikkate aldı. Hatta dikkate  almanın ötesinde adeta kışkırttı!
Neden?

AVUKATIN CANINA OKUNDU DA!..

Devletin sahip çıktığı ya da kışkırttığı kısım, işin infial tarafı.
Olay duyulur duyulmaz...
İcra takibi yapan avukat hedef haline getirildi.
Avukatlık bürosu saldırıya uğradı.
Adalet Bakanlığı da hemen harekete geçti. Avukat hakkında suç duyurusunda bulundu. Barodan avukat hakkında disiplin soruşturması başlatmasını talep etti.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Meslekten çıkarılmayı da izam edebilir. Bunu baro değerlendirir” diyerek... Adeta ‘avukatlıktan ihraç edin’ sinyali verdi.
Avukat, davadan alacağı 18 bin TL’yi Mehmetçik Vakfı’na bağışladı.
Mehmetçik Vakfı parayı anında iade etti.
Avukat doğduğuna doğacağına pişman edildi!
Bir başka olay Adana’da yaşandı.
Bir otobüs şoförü oğlu askerde hayatını kaybettiği için ücretsiz ulaşım hakkı bulunan kadından ‘Bu devlet arabası değil’ diyerek para istedi.
Devlet yine hemen hareket geçti.
Trafik Denetleme otobüste eksikler tespit etti para cezası kesti.
Şoför hakkında dava açıldı. Görevi kötüye kullanmaktan değil, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrikten”.
Ayrıca savcılık, ‘Şoför uygunluk belgesi’nin iptali talebinde bulundu.
‘Böyle sallandır bir daha kimse yapabiliyor mu’ muamelesi çekildi.
Her iki olayda da cezalandırma değil adeta intikam alındı.
Aşırı hassasiyet mi?
Yoksa...
Avukat ve şoförü şeytanlaştırarak başka acıları görmemizi engelleme gayreti de var mı acaba?

ÖLENE BORÇLARIN HELAL EDİLMEDİĞİ SİSTEM!

Adalet Bakanı diyor ki; “Bu icra işlemi asla kanuna, ahlaka, adaba sığmaz”.
Bu icranın insanlığı utandıran bir tarafı var şüphesiz.
Lakin ortada insanlığı lime lime eden bir çark var!
O çarkın dişlilerinden biri finans sistemi.
Bankalar verdikleri krediler ödenmeyince çatır çatır el koyup nice hayatı karartmıyor mu?
Kredi borcu bulunan vatandaşın ölümü halinde alacağını tahsil edebilmek için bankalar
hayat sigortası yapmıyor mu?
Sigorta olmaması halinde borçları kişinin mirasçılarına intikal ettirmiyor mu?
‘Finans’ sistemi yapınca her şey mubah, öyle mi?
Görünüşte kimse kimsenin borcunu ödemek zorunda değil.
Uygulamaya gelince... Ölen kişinin mirasçıları redd-i mirasta bulunmazsa borçları ödemek zorunda.
Ölene borçların helal edilmediği bir sistem var ortada.
Bu gerçeği görmezden gelen...
Ölen bir askerin ikramiyesine haciz işlemi başlatılmasını lanetleyen devlet...
Acaba neden şunu kendisine hiç sormaz: Hem şehit ikramiyesine el konulmasın hem de trafik kazası mağduru karşı taraf da bir kez daha mağdur olmasın. Bu işler vicdana bırakılmadan bir kural içinde, adil bir şekilde hallolsun. Bunun için acaba ben ne yapabilirim?​”   
Soru yok, sorumluluk yok!
Avukatı linç etmek mi çare?

SAVAŞ VE ÖLMEK YOKSULLARIN İŞİYSE...

Hızla bir hafıza tazeleyip, yukarıda sorduğumuz ‘acabalara’ bir cevap arayalım.
Yıl: 2011.
Başlık: Şehidin elektrik borcunu çalışanlar ödedi.
Haber: Çukurca’da şehit düşen Birol Elmas’ın, Sakarya’da annesi ve kardeşlerinin kaldığı evin icrada olan 2 bin 300 liralık elektrik borcu, SEDAŞ çalışanları tarafından ödendi.
Bunu niye hatırlattık.
Bu bir tesadüf değil de ondan.
En riskli yerlerde asker olanlar da, çatışmanın ortasına kalan erler de...
Hepsi ama hepsi yoksul çocukları.
Eskiden şeref peşinde koşan aristokratlar (egemen sınıf temsilcileri) harbi yönetmek için başa geçerlerdi.
Oysa şimdi yani savaş alanlarının ölümcül tehlikeleri giderek öngörülemez olduğu günümüzde, burjuvazi hiç risk almıyor.
Ne çocuklarını askeri okula gönderiyor (Çünkü yoksul çocukları sınıf atlama hevesiyle subay olsun o komuta etsin savaşı istiyor)...
Ne de cepheye sürüyor (Zenginler kendi çocukları ölsün istemiyor).
Savaşmak ve ölmek yoksulların işi!
Nitekim...
Daha önce gazetemizde Sabri Durmaz’ın vurguladığı gibi...
“Fırat Kalkanı” harekatında hayatını kaybeden askerlerden hiçbiri bakan, genel müdür, milletvekili, general çocuğu değil.

ZENGİNİN KAÇINDIĞI KARŞILAŞMA

Hafıza tazelemeyi sürdürelim.
Bundan 6 ay önce, temmuz ayında neredeyse bütün basında, şöyle bir haber yer aldı: “Cenazeye saatler kala babasının dava açacağı duyulunca, mahkeme kararıyla defin öncesi, şehit Çavuş Sinan Hamza’nın tabutu açılarak kan alma işlemi yapıldı”.
Neden mi?
Doğduktan sonra Sinan dedesi Ali Hamza’nın nüfusuna kayıt edilmişti, şimdi baba ‘şehit haklarından yararlanmak için dava açacaktı.
İşte böyle acı bir gerçek var bu memlekette.
Ölen işçinin yakını da...
Ölen askerin ailesi de...
‘Kan parası’, ‘şehit ikramiyesi’ gibi çeşitli adlar altında para alıyor.
Aileler yoksul ve reddedecek durumda değil.  
Zengin ise böyle bir karşılaşmayı hiç yaşamak istemiyor. Ve riskli işten de, riskli askerlikten de kaçıyor.
Birileri de yoksulların acılarını aldıklarıyla sağaltmalarını bekliyor.
Linç edilmesi gereken asıl bu zihniyet mi?
Acaba hükümet yetkilileri bu işlerin sorgulanmasına yol açabileceği endişesiyle mi bu kadar hiddetli, icracı avukat karşısında?


SAVAŞIR GİBİ ÇALIŞMAK ÇALIŞIR GİBİ SAVAŞMAK

İşsizlik ve yoksulluk buhranı sonucu intiharların sayısı artıyor.
İş bulan da savaş alandaymış gibi...
Ekmek peşinde koşarken iş cinayetine kurban gidenlerin sayısı son 15 yılda 20 bini aştı. Sadece son iki yılda iş kazasında ölenlerin sayısı 4 bin kişi.
Savaşır gibi çalışıyoruz adeta.
Ha bir de...
Genç işsizliğin patladığı, her dört gençten birinin işsiz dolaştığı...
Üniversiteli işsizliğinin sürekli arttığı...
Ne işte, ne okulda, ne de kışlada olan gençlerin milyonu bulduğu...
Bu ülkede askerlik ekmek kapısı olarak görülüyor.
Ailenin borçlarını ödeyebilmek, evlenebilmek, iş sahibi olabilmek için ‘sözleşmeli er’,
‘uzman çavuş’ olmak giderek artan oranda tercih edilen bir yol.
Çalışır gibi savaşanların sayısı artıyor haliyle.
Yoksulluk işte!

BİRLİK NUTUKLARI EŞLİĞİNDE BÖLÜNME!

Tarihe mal olmuş cümle bir kez daha doğrulanıyor: Savaşın ilk zayiatı gerçeklerdir.
Gerçeğe de sorgulamaya da yer yok.
Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un bile bir iki uyarıcı cümle kurmasına tahammül yok.
Yandaş basın yazarlarından Kurtuluş Tayiz hemen kapıyı kapattı: “Askerlikten anlamazdı, siyaseti de bilmiyor.”
En tepeden kışkırtılan kamplaştırma da tam gaz gidince...
Sosyal medya üzerinden bölünme tavan yaptı. “CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun asker oğlu cepheye sürülsün, bir Alevi ölsün”e kadar vardı iş.
‘Vatanın birliği’ nutku eşliğinde toplumsal bölünme! Sanırım linçe değil, gerçeğe ihtiyacımız var.
Bu sorular da ister istemez akıllarda uçuşuyor!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa