‘Editoryal bağımsızlık safsatası’
Fotoğraf: Envato
Cuma akşamı Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ın tahliye olduğu Cumhuriyet davasında gazeteye duyulan öfkenin özeti başlıktaki ifade. Davaya tanık sıfatıyla dört kez çağrıldıktan sonra ancak geçen cuma teşrif eden, yarım saati geçen süre boyunca kendini öven Yeniçağ Gazetesi Yazarı Mehmet Faraç’a ait. Kendisinin ve arkadaşlarının gazeteden ayrılmasının yarattığı yıkımı anlatırken bir gazeteciden beklenmeyecek şekilde “Bu çöküşü editoryal bağımsızlık safsatasıyla savunmasınlar” dedi. Ardından tiraj ve satış rakamları birbirine girdi oradan verilen reklamların etkisine sıçradı. Kaynağı Cumhuriyet’e reklam veren güvenilir bir arkadaşıymış. Oturduğum yerden ayağa fırlayıp “Yalnız kavramları doğru kullanalım, rakamlar için güvenilir kaynak gösterelim, olmuyor böyle” diye bir akademisyen müdahalesinde bulunmamak için kendimi zor tuttum. Mesleki deformasyon...
Basın tarihinde Cumhuriyet gazetesinin önemli bir yeri var kuşkusuz. Bununla birlikte Cumhuriyet’in, diğer gazetelere benzemeyen, özel bir tarihi var. Türkiye’nin fikir hayatına damga vuranların pek çoğunun yolu bir şekilde Cumhuriyet’ten geçmiş. Herkes Cumhuriyet’i çok sevmiş, çok sahiplenmiş. Cumhuriyet’in tarihi biraz da kavgaların tarihi. Bunun nedeni sahiplik yapısı kuşkusuz. Nadi ailesi çok zor zamanlar geçirmesine rağmen diğer gazeteci aileler gibi satıp çıkmak yerine ele geçirilmesi zor bir vakıf kurmuş, işleyişi de vakıf senedine bağlamış. Ancak yazılı kurallar her şeye çözüm değil, hele de söz konusu haber/fikir üretimiyse. Cumhuriyet içi çekişmeleri, kavgaları konu edinen çok sayıda kitap, makale var. Ancak gazetenin attığı başlıklar, logonun üzerine gelen fotoğraf, tirajındaki dalgalanma, alacakları, borçları ilk kez bir mahkeme önünde tartışılıyor. Duruşmaları izleyen özellikle gazetecilerin pek çoğu, durup durup bunlar nasıl oluyor da bir dava konusu olabiliyor şaşkınlığına düşmekten kurtulamıyor. Sanıklar, avukatlar başından beri mahkemeye gazeteciliğin nasıl yapıldığını anlatmaya çalışıyor. Davayı başından sonuna izleyenlere bir sertifika verilse yeridir.
Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ’ın deyimiyle itham “Bir takım haber ve manşetlerle terör örgütü eylemlerinin ön plana çıkarılması ve bu yolla terör örgütlerine yardım”. Terör örgütlerinin yelpazesi bildiğiniz üzere çok geniş. Her tanığa “haber yaparken, yazı yazarken herhangi bir baskı ya da yönlendirmeyle karşılaştınız mı?” sorusu soruldu başından beri. Tek bir “evet” yanıtı çıkmadı. Kaldı ki Basın İş Kanunu’nda (özetle) yayın çizgisinin gazetecinin şeref ve haysiyetine zarar verecek türde bir değişim yaşandığında gazetecinin tüm tazminat hakları saklı kalmak üzere istifa edebileceğine dair bir düzenleme var (madde 11). Böyle bir yola başvuran olmuş mu, olmamış. O zaman yayın çizgisindeki iddia edilen değişiklikten rahatsız olan kim sorusu öne çıkıyor. Soruşturma aşamasında ifade verenlerin rahatsızlığı üzerine kurulan iddianame çöktü. Son duruşmada tanık olarak dinlenen Leyla Tavşanoğlu bir gazetecilik merakıyla Pennsylvania’ya gittiğini, Fethullah Gülen’le görüştüğünü, masraflarının olması gerektiği gibi gazete tarafından karşılandığını yani gazeteci olarak bağımsızlığını koruduğunu ancak döndükten sonra yazacak bir şey olmadığını düşündüğünü, yönetimin de kendisine “Yazma o zaman” dediğini anlattı. Hem gazetecinin hem de gazetenin tutumu ‘editoryal bağımsızlık nedir?’ sorusuna gösterilebilecek iyi bir örnek. Bunun bir safsatadan ibaret olduğunu düşünenler nedeniyle Murat Sabuncu 496, Ahmet Şık 435 gün sonra cezaevinden çıkabildi. Gazeteye operasyon düzenlendiği ekim 2016’dan sonra aylarını cezaevinde geçirdi gazeteciler ve yöneticiler. Hiçbiri duruşundan ödün vermedi.
Editoryal bağımsızlık Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ın tahliyesinin Twitter deyimiyle tüm Türkiye’de 90+5’te gelen golle tur atlama sevinci yaşatmasıdır. Tahliye kararını duyan, okuyan pek çok insanın sevinç gözyaşlarına boğulmasıdır. Editoryal bağımsızlık gazetecinin özgür kalmasıyla okurun özgürleştiğini hissetmesidir.
Mahkeme Başkanı Dağ tahliye kararlarını ilginç bir üslupla açıkladı. Murat Sabuncu’ya boğaz manzarasını, Ahmet Şık’a “ermiş annesini” görmeyi bahşetti. Akın Atalay’a ise “Gemiyi en son kaptanlar terk eder” diyerek tutukluluğa devam kararını açıkladı. Ne kaptanın, ne mürettebatın gemiyi terk ettiği yok. Gemi sert rüzgara rağmen sapasağlam yürüyor. Kaptan taviz vermedi, tek rehine o kaldı. Akın Atalay, Avukat Tora Pekin’in deyimiyle “Toplumsal barışı tehdit eden” Silivri Cezaevinde, artık daha kalabalık olarak meslektaşları, okurları dışarıda mücadeleyi sürdürüyor. Gazetenin ve gazetecinin bağımsızlığının bir safsata olduğunu düşünenlere verilebilecek daha iyi bir yanıt düşünemiyorum.
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52