25 Mart 2018 01:06

Yeşilçam ve sinema

Yeşilçam ve sinema

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Muhsin Ertuğrul döneminde de, Geçiş Dönemi filmlerinde de sıkça gördüğümüz kalıplar, klişeler, kurallar Yeşilçam döneminin vazgeçilmezleri olur. Bu dönemdeki ticari sinemanın, Yeşilçam filmlerinin en abartılı örneklerini Muharrem Gürses verir. Kendinden sonra gelen bazı yönetmenleri de etkileyen Gürses filmleri bütün o kaba anlatımına karşın, kalabalık seyirci kitlelerini salonlara çeker. Muharrem Gürses köy melodramları ağırlıklı, her türden film çekmeyi sürdürürken, sinemamızın sonrasına damgasını vuracak yönetmenler de film yapmaya başlar. Bu dönemde tiyatrocular kuşağından gelen yönetmenler, geçiş döneminin yönetmenleri filmler yapsalar da, sinemacılar kuşağı ve belli bir sinema dili oluşturma arayışları gelişir. Bu isimlerin en önemlileri arasında Lütfi Ö. Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Osman Seden, Memduh Ün, Halit Refiğ ve Yılmaz Güney vardır. Bu yönetmenler Yeşilçam sinemasının popüler, ticari yanına filmler yapsalar da asıl arayışlarını Yeşilçam dışı bir sinemaya yöneltirler. Başlangıçta batı etkisinin, batılı sinema dilinin önemli etkileri görülse de, zaman zaman Yeşilçam’ın ticari ilişkilerine yenik düşseler de kendi üsluplarını, ulusal bir sinema gerçekleştirme isteklerini oluşturmada önemli kırılma noktaları yaratırlar. Bu çabalarla Yeşilçam’dan tümden bir kopuş yaşanamasa da, özellikle bu kopuşa en yakın duran, duruşu nedeniyle ömrü cezaevlerinde geçen, yapmak istediklerini gerçekleştirebilme olanağı bulamayan Yılmaz Güney olur. 

Türkiye’de sinema hiçbir zaman olması gerektiği gibi bir sektör olamamıştır fakat 1950–1960 yılları sinema adına değilse de sinemacılar açısından altın yıllar olur. Yeşilçam, bu süreçte seyircisiyle kendiliğinden “büyülü” bir ilişki geliştirir.

Yeşilçam’ı var eden ve devamlılığını sağlayan en önemli koşul filmleri halkın beğenmesidir. Bu nedenle halkın tercihlerine, beğenilerine göre filmler üretilir. Sistem kendiliğinden oluşur böylece. Halkın duygularına, beğenilerine hitabeden filmler üretilir, bunlar bütün ülkede hızla tüketilir ve ardından yenileri gelir. Bu sistem işlerken kimi zaman, küçük ya da gel geç yapımevleri tarafından halkın duygularını istismara, sömürmeye varan filmler üretilmekten de kaçınılmaz.  Sistem ve süreç kendi starlarını da yaratır ve bu da Yeşilçam sinemasını belirleyen önemli unsurlardan biri olur. Yeşilçam varlığını bu star sistemine dayandırır uzun yıllar.

Bu süreçte bölge işletmeleri ve ayak sistemi (kombin) de oluşur. (Ayak sistemi: Sinema salonlarına da sahip yapımcıların ve işletmecilerin oluşturdukları ve ayak adı verilen sistem. Kombin Sistemi olarak da adlandırılır. Salonlara sahip büyük şirketler kendi filmlerini büyük şehirlerin iyi salonlarında birinci ayak olarak gösterirler. Böylece büyük şirketlerin kapattığı birinci ayağa dâhil büyük şehirlerin büyük salonlarına, örneğin İstanbul’a başka film şirketlerinin filmleri giremez. Birinci, ikinci ve üçüncü ayağa dâhil olan şirketler ve salonlar büyüklüklerine, oynattıkları yıldızlara ve bölgelere göre belirleniyor/değişiyordu.) Yeşilçam da sistem, bölge işletmeleri, film yapım şirketleri, sinema salonları ve starlara dayanmaktadır. Sistemi oluşturan bu unsurların birbiriyle iç içe geçmiş bağları, kuralları oluşur zaman içinde. Büyük kentlerde ve büyük sinema salonlarında filmini oynatmak, ayak sisteminde yer almak isteyen firmalar starlarla çalışmak, bu nedenle starlar da büyük film şirketleriyle çalışmak zorundadırlar. Sinema salonları da iyi gelir elde edebilmek için büyük şirketlerle çalışıp, starlı filmler oynatmak durumundadır. Sinema salonlarına da sahip olan ve bölgedeki sinemalara dağıtımı sağlayan bölge işletmeleri, film yapım şirketlerinden o günlerde tutan, filmleri iş yapan, halkın beğendiği starlarla yapılacak film siparişleri verirler. Konu önemli değildir, yeter ki halkın beğendiği starlar oynasın. Devlet desteği olmayan, büyük sermayeden de bir destek göremeyen ve kendi sermayesini oluşturmayan Yeşilçam’ın tek desteği seyircisi ve seyirciden gelen paradır. Böylece bir döngü oluşur.   

“Türk sineması yabancı sermaye tarafından kurulmadığı için emperyalizmin sineması, milli kapitalizm tarafından kurulmadığı için burjuva sineması, devlet tarafından kurulmadığı için devlet sineması değildir. Türk sineması doğrudan doğruya Türk halkının film seyretme ihtiyacından doğan ve sermayeye değil emeğe dayanan bir sinema olduğu için bir ‘halk sineması’dır. Bugün Türk sinemasında bir filmin yapımına yetecek kadar sermayesi olan prodüktörler bile filmlerinde çalıştıracağı kimselerin isimleriyle işletmelerden, filmin tamamlanmasında kendi kendisinin ödeyeceği uzun vadeli bonolar alarak iş yapmakta, yani halkın açık kredisine, emekçilerin kanaat ve sabrına dayanmaktadır. Halk bu kredisini kestiği anda (Türk filmlerine gitmekten vazgeçtiğinde), Türkiye’de film yapımı kesesine güvenen birkaç babayiğidin yılda yapabileceği iki üç filme iner.

Türk sinemasının bu kapalı ekonomik yapısı, onun ister istemez gene kökü kendi kendine yeterli kapalı köy ekonomisine dayanan (Anadolu halk resimleri, Türk halk hikâyeleri, meddah, orta oyunu ve Karagöz gibi) Türk halk sanatlarıyla benzer bir duyuş ve deyişte olmasına yol açmaktadır. Bu bakımdan Türk sinemasını yok saymanın öbür Türk halk sanatlarını yok saymaktan farkı yoktur.

Çok eleştirilen, küçümsenen, yok sayılan Türk sineması bu koşullar üzerinde şekillenir. Bu koşulların anlaşılması, Yeşilçam’ı tek yanlı eleştirenler, küçümseyenler, yok sayanlar için tarihin doğru okunması ya da doğru yazılması için önemlidir. Sinemanın dışından ve koşulları, gelişmeleri, yaşanan zemini, harcanan emeği, iyi niyeti görmeden yapılan “saldırıların” sinemaya da yararı yoktur, eleştiriyi yapanlara da. Yeşilçam’ın kendine özgü gelişiminin, sermayesi ve alt yapısının olmayışının yanı sıra kültür çevrelerinden de desteksiz kalması bir dizi olumsuzluğu da beraberinde getirir. Belge ve bilgi eksikliği de bu ilgisizlikten, küçümsemeden, yok saymadan kaynaklanmaktadır. Yeni yazarların, senaryocuların gelmemesi, sermayesizlik yapılan filmlerin niteliklerine yansır. 

Yapılan kötü örneklere, ağdalı melodramlara, birbirinin tekrarı filmlere bakıp tümünü yadsımak, yok saymak Yeşilçam’ı, halkı anlamak, dönüştürmek bakımından da doğru bir tutum olmamıştır. Yeşilçam’ın olanakları hep sınırlıdır; yokluklar, yoksulluklar içinde, büyük özverilerle var olmaya çalışılır. Yeterli sermaye yoktur, film yapımında kullanılacak negatif ve diğer malzemeler sınırlıdır. Yapımcılar, yönetmenler, teknik elemanlar yeterli bilgi donanımına sahip değillerdir. Böyle bir durumda koşulları belirleyen seyirci olur. Seyircinin tercihini de kendi şekillenmiş, yıllar içinde oluşmuş kültür dokusu belirler. Sözlü halk kültürünün, masalların, söylencelerin bu beğeninin şekillenmesinde önemli bir yeri vardır. Yeşilçam da bu karşılıklı etkilenme, beğeni ve tercihler sonucu masal geleneğinden de, söylencelerden de yararlanır.   

Elbette ağırlıklı olarak ticari, popüler ve popülist bir sinemadır Yeşilçam. Fakat “Yeşilçam anlayışı”nın dışında film üretenler, tartışıp çıkış yolu arayan sinema aydınları da yok sayılır yıllarca. Tıpkı sonradan satır aralarında keşfedilen ve övgüyle söz edilmeye başlanan Metin Erksan, Lütfi Akad, Halit Refiğ gibi yönetmenler ve filmleri gibi... 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa