26 Mart 2018 00:37

AKP’nin dış politika hikayesi: Tıkanma mı başarı mı? (1): Büyük koalisyondan takiyeci Avrasyacılığa

AKP’nin dış politika hikayesi: Tıkanma mı başarı mı? (1): Büyük koalisyondan takiyeci Avrasyacılığa

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Doçent Doktor Hakan Güneş’in dikkat çektiği gibi...
“Türkiye’nin dış politikası” denildiği zaman artık kimse Balkanlara yönelik stratejiyi, AB’ye yönelik tutumu, 1990’lardaki gibi Orta Asya’ya yönelik açılımları anlamıyor.

Dış politika denildiği zaman Ortadoğu’ya...
Hatta, daha dar anlamda Suriye ve Irak’taki çatışma bölgelerine yönelik tutuma odaklanıyoruz.

Türkiye dış politikasının belirleyeni AKP zihniyeti olduğuna göre...
Dış politikadaki son durumu analiz edebilmek için de, son durumun bir parçasını oluşturduğu AKP iktidarı dönemindeki bütün bir dış politika çizgisine bakmak gerekir.
Bugünü anlayabilmek için de geleceğe dair bir öngörüde bulunabilmek için de yapılması gereken bu!

42. İktisatçılar Haftası’nın, “Dış Politikanın Değişen Dinamikleri” başlığını taşıyan oturumunda da bu yapılmaya çalışıldı. Ortaya konulan tezleri yazı boyunca aktarmaya çalışacağım.

Oturumun panelistlerinden Prof. Dr. İlhan Uzgel’e göre...
15 yıllık AKP dönemindeki dış politik hattın üç tarihsel uğrak noktası var.

1. Büyük koalisyon dönemi (İktidara geldiği günden kabaca 2011’e kadar olan süreç)

2. Yeni Osmanlıcı dönem (2011’den 2013’e kadar olan 2015 7 Haziran’ına kadar uzatılabilecek süreç)

3. Kontrollü ya da takiyeci Avrasyacılık dönemi (2015’ten başlayıp devam eden süreç).

ERDOĞAN’I AYAKTA TUTMAK İÇİN NE LAZIMSA...

Her bir uğrak noktasının kendi içinde istisnaları olduğu gibi...
Her birinin içsel dinamiklerinin de var olduğunu vurgulayan Uzgel, “Mesela büyük koalisyon dönemi 1998’den itibaren başlayan bir süreç” diyor.

Milli görüş hareketi içinden bir grubun ayrılıp küresel sistemle uzlaşması süreci...
Erdoğan, Gül ve Arınç üçlüsünü siyasi partisinden kopartıp küresel sistemle uzlaştırmaya çalışan bu proje...
Uzgel’e göre başaralı oldu.

‘Güçlü koalisyon dönemi’ diye adlandırılmasının sebebi ise içeride ve dışarıda ittifaklarının geniş ve çok güçlü olması.
Dışarıda; ABD, AB,  körfez hattına dayanan bir ittifak.
İçeride ise...
Sermaye örgütleri TÜSİAD ve MÜSİAD’ı bir noktada; AKP’de buluşturan...
Gülencileri, cılız da olsa İslamcı entelektüelleri, Nakşibendi İslamcıları ve liberalleri bir araya getiren bir ittifak.

Bu güçlü ittifakın altından çok sular aktı. Geriye dönüp bakıldığında, “AKP’nin tarihi koalisyon yap koalisyon boz” diye özetlenebilir.
Hatta Uzgel’e göre AKP’nin en iyi becerdiği şey duruma ve koşullara uygun koalisyon kurmak.
“Kendisini iktidarda tutma sürecidir bu” diyor Uzgel.
Ve her siyasi hareket için geçerli olanın AKP’de çok daha fazla olduğuna dikkat çekiyor:  Her iktidar partisi seçmeni etkilemeye çalışır ama AKP seçmen yaratmaya çalışır. Medyayı kontrol yerine medya yaratmaya çalışır. Var olanı kontrol etmenin ötesinde hareket eder. Siyasi partiler için geçerli olan her şey birkaç ton daha ağırdır AKP’de!

Dış politikada da durum farklı değil!
Uzgel bunu şöyle özetliyor: “Tayyip Erdoğan’ı ayakta tutmak için ne lazımsa onun yapıldığı bir şeydir dış politika.”

ABD İLE GÖRÜLMEMİŞ İÇLİ DIŞLILIK DÖNEMİ

AKP’nin iktidara geliş koşullarının da böyle anlatıyor İlhan Uzgel.
Dinleyelim:
“Ben 2000-2001 döneminde iktidara geliş sürecinde ABD’de birçok think tank (Diplomaside etkili düşünce kuruluşu) gezdim. ‘Erdoğan buradaydı’ dediler. AKP’nin transkriptlerini (Not çizelgesi) okudum. Görseniz ne kadar liberal, ne kadar uzlaşıcı: ‘Biz demokrasiyi de istiyoruz’, ‘tabi ki piyasa ekonomisinden yanayız’, ‘bizim İsrail ile de bir sorunumuz yok’...  

Mesela 1980’lerde kamuoyunda ‘Karanlıklar Prensi’ diye anılan Richard Perle* Erdoğan’ı, başbakan olmadan önce 1.5 yıl önce, Türkiye’de geleceğin başbakanı diye takdim etmişti. O dönemden beri sıkı bir iç içelik.”

AKP’nin en başarılı olduğu dönemin kendi ideolojisinin olmadığı bu dönem olduğunu söyleyen Uzgel, “Yani liberallerin bayıldığı dönem” diyor.
‘Neden?’ sorusuna verdiği yanıtın özeti şöyle...
- Bir: küreselleşme sürecinin hızlı gittiği bir dönem. AKP bundan payını fazlasıyla aldı.
- İki: Batı’nın istedikleri yerine getirildi.

Batı o dönem ne istiyordu ki?
Uzgel’in cevabı: İslamcılıkla milliyetçiliğin ayrılmasını yani Türk İslam sentezinin terk edilmesini istiyordu. Çünkü ikisi bir arada küreselleşmeye karşı direnç noktası oluşturuyordu da ondan. AKP bunu çok iyi temsil etti ve ikisini ayrıştırdı. Kıbrıs’ta Annan planını destekledi. Denktaş’ı kovdu vs...

İlk defa iktidara gelen bir partinin açıkça, “Ben dış politikada milliyetçi çizgiden uzaklaşıyorum, Kemalist değilim” demesinin içeride bir karşılığı oldu.

“Liberaller buna bayıldı!” diyen Uzgel Türk dış politikası için o dönemki güzellemeleri de hatırlattı:
- Çatışmacı bir çizgiden çözüm üretici bir çizgiye yöneliyor.
- Kanat ülkesi olmaktan merkez ülkesi olmaya geçiliyor.
- Çatışmacı, kavgacı bu coğrafyada Kemalizm sorun üretir bunun antitezi liberal dış politika anlayışıdır, AKP bunu yapıyor.  

Öyle bir destek vardı ki...
2008 yılında AKP’ye kapatma davası açıldığında, şimdi tutuklama kararı çıkardıkları CIA uzmanı Henri Barkey,** “Bu yargıçların darbesidir” diye makale yazmıştı. Morton Abramowitz*** ile...
O dönem oluştan ortamı kendi anısı anlatıyor Uzgel: “Henri Barkey ile ben bir görüşme yaptım AKP’yi bana öyle hararetle savundu ki... ‘Siz Amerikalısınız AKP’yi niye savunuyorsunuz?’ sorusunu yöneltim kendisine. ‘İslamcılar çok acı çekti’ dedi. Ya sana mı dert oldu? Hadi oradan!”

Aslında olan şey açıktı! ABD, AKP’yi pilot bir çalışma olarak gördü. Ve Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) dahil etti.
Zira Ortadoğu ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’nin, beğenilir ya da beğenilmez, iyi kötü bir demokrasi geleneği vardı.
Türkiye seçimle iktidara gelinen ve seçimle gidilen bir işleyişe sahipti.
Bunlar da ılımlı İslam projesi için zemin oluşturuyordu.
2008 yılında Obama’nın başkan seçildiğinde ilk Türkiye’yi ziyaret etmesi... Mecliste konuşması... ‘Model ortaklık’tan bahsetmesi.
Uzgel’e göre hepsi sürecin bir gereğiydi ve ABD’nin istediği şey basitti: Bizimle ortak olacaksın Ortadoğu’ya da model olacaksın.

MODEL DEĞİL LİDER OLAYIM HAYALİ

Profesör İlhan Uzgel’in, AKP dış politikasında ilk makas kırma sürecinin özeti  şöyle...
2009 yılında Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olmasıyla başladı. AKP yeni Osmanlıcı yönelime girdi.
Türkiye’ye Ortadoğu’ya ‘Model ol’ dediler, Türkiye de ‘Olacaksam model değil lider olayım’ dedi.
Yeni Osmanlıcılık yapılacaksa başlanacak tek bir yer vardı; Suriye.
İran çok büyüktü. Irak İran’ın etkisindeydi. Ürdün’ü ABD kimseye kaptırma niyetinde değildi!

Kaçınılmaz olarak hedef Suriye oldu. ‘Arap Baharı’ öncesi Davutoğlu Suriye’ye 62 kez gitti. İki ülke liderleri aileleriyle birlikte ortak tatil yaptı. İki ülke arasında ortak bakanlıklar bile kuruldu.
“Suriye ekonomisi Türkiye’nin 8’de 1’iydi. Ve Türkiye Suriye’yi iktisaden yutmak istiyordu” diyen Uzgel’e göre 2011 yılında yaşanan Arap Baharı ile Türkiye’nin kimyası bozuldu.

Türkiye bütün o Batı ile yaptığı pazarlığı terk etti.
Tunus’tan El Nahda...
Libya’da geçici konsey...
Mısırda Mursi...
Gazze’de Meşal...
Filistin’de Hamas...
Suriye’de de Esat’ın düşme ihtimali...

Türkiye’ye, şu hayali kurdurdu: Müslüman Kardeşlerin enternasyonalizmin üzerine Türkiye oturacak. Bölgesel lider olacak, böylece yeni Osmanlıcılık hayali gerçekleşecek.
Türkiye adeta Ortadoğu’yu tek başına yiyeceğini düşündü.
Gerçeklerden böylesine kopuk, Ortadoğu’yu yedireceklerini sanma hayali nasıl olabilirdi, böylesi bir hayal nasıl kurulabilirdi?

Uzgel’e göre bu hayali kurduran 2008 krizi.
Krizle birlikte Amerika çökmüştü, Obama Ortadoğu’dan çekileceğini söylemişti, bu boşluğu Türkiye doldurabilir diye düşünüldü.

11 BİN KİLOMETRE ÖTEYE DAVET

Ortadoğu’ya lider olma hayaliyle ABD ile birlikte müdahale edilen Suriye’de Emevi Camii’nde namaz kılma hevesleri dillendirilirken...
İşler terse döndü!

Esat devrilirse yerine Müslüman Kardeşlerin Suriye ayağının iktidara geleceğini ve istemediği sonuçların yaşanacağını gören ABD taktik değiştirdi.
Türkiye ise tarihinde ilk defa, bir iktidar komşu ülkede silah zoruyla hükümet değiştirmeye kalktı.

Uzgel bu girişimin sonucunu şöyle özetledi: “Yüzüne gözüne bulaştırdı. Suriye’deki durumdan Erdoğan AKP sorumlu değildir ama Suriye’de durumun ağırlaşmasından sorumludur. Cumhurbaşkanı şimdi soruyor; ‘11 bin kilometreden öteden gelip orada ne işin var?’ İyi de 2011 yılında New York Times yazıyordu; ‘CIA ajanları Güneydoğu’da geçen silahları kontrol ediyor’. Demek ki 11 bin kilometre öteden gelinmiş beraber çalışma yapılmış. ABD’ye yapılan ‘Esad’a müdahale edin’ çağrıları hafızalarda. ABD çekilince iş Katar ile kotarılmaya çalışıldı. İş iyice çıkmaza girdi, Yeni Osmanlıcılık projesi duvara tosladı. 2009’da başladı 2011’de tepe noktasına ulaştı.

ILIMLI İSLAM GİTTİ TEHLİKE ÇANLARI ÇALDI

2013’te ABD Ilımlı İslam Projesinden tamamen vazgeçti. 15 yıl boyunca yazılıp çizilen Ilımlı İslam’a dair 2013’ten sonra ilaçlık bir yazı dahi bulamaz oldu.
2013 kırılma noktasıydı. Mısır darbesi, El Nahta’nın Tunus’ta çökmesi, IŞİD’ın kurulması vs. hepsi 2013’te olmuştu.

2013’te Erdoğan’ın muhtemelen şöyle bir şeyi kavradığını düşünüyor Uzgel: “Erdoğan’ı var eden şey Erdoğan’ın kendisi değildi. Ilımlı İslamcı olmayı kabul etmesiyle ilgiliydi. Erdoğan anladı ki Ilımlı İslam desteklenmiyorsa, ben de yokum”.

Bu kavrayıştan sonra Erdoğan’ın geri çekildiğini düşünen Uzgel’e göre geri çekilmenin sonuçları şu oldu:  
Geri çekildiğinde 2015’te önce MHP’yi buldu. Ardından 2016 temmuzundan sonra da Perinçek’in Aydınlık grubunu.
Bunun sonucunda Tuhaf bir iç-dış politika karışımı örneği çıktı ortaya. İktisaden neoliberal, siyaseten İslamcı, iktidar yapısı olarak otoriter. Dış politikada da kontrollü-takiyeci Avrasyacı (Gönülden değil çünkü bir sürü yerden bağı var).

* Richard Perle; Washington’da Türkiye’ye yönelik lobi şirketi kurmuş, şirketini Çiller’in
iktidara gelmesine kadar sürdürmüş, Özal ‘hayranı’ ABD eski Savunma Bakanı Yardımcısı.
** (Türkiye, hakkında 15 Temmuz darbe girişiminin uluslararası ayağı olduğu iddiasıyla yakalama kararı çıkarttı).
*** 1989-1991 dönemleri arasında ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği görevini yürüten Morton Abramowitz’in adı, uzun bir dönem Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ü siyasetin tepe noktalarına taşıyan kişi olduğu iddiaları ile anıldı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa