Afrin’e kayyım atamak çözüm mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün içerisinde Afrin’e vali ve diğer yerel yöneticilerin atanacağı müjdesini verdi! Hatırlanırsa daha önce İçişleri Bakanı Soylu da Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunda ele geçirdiği “Azez, Cerablus ve Mare’de kaymakamlarımız var” demişti.

Eğer bu operasyonlarda amaç iddia edildiği gibi sınır güvenliği ise, başka bir ülkenin sınırları içindeki topraklara yerel yönetici atamak nasıl açıklanabilir?

İktidar istediği kadar “Başka ülkelerin topraklarında gözümüz yok” desin. Tarih kitaplarını açın, bakın. Yapılan, Osmanlı’nın o çok övülerek anlatılan ‘fetih politikası’ndan başka bir şey değil. Yani ele geçirilen topraklarda yerelde Osmanlı’ya bağlı yöneticiler atamak. Osmanlı’nın zamanında bu kadar geniş toprakları denetleyebilmesi de bu politika ile açıklanıyor.

Zamanında sandığı-seçimi demokrasinin yegâne göstergesi olarak sunan iktidarımız, şimdilerde halkın iradesi yok sayılarak belediyelere atanan kayyımlar yetmediği için hızını alamayıp sınırların ötesindeki Afrin’e kayyım atamak istiyor.

Bu politikanın gerçek yüzünü gösteren bir diğer gelişmede ÖSO’cuların yağmacılığıdır. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, ÖSO için Suriye’nin Kuvayi Milliye’si demişti. Afrin’deki yağma görüntülerinden sonra “ÖSO içinde savaş ganimetlerini helal görenlerin bulunduğu”nu söyleyen yine Erdoğan’dı.

Eğer iddia edildiği gibi ÖSO milli güç, o toprakların gerçek sahibi ise yağmacılık, ganimet peşinde koşmak ne oluyor?

Meselenin bir diğer önemli boyutu şudur: Afrin operasyonu başlatıldığında sanki bu operasyon Türkiye için bir varlık-yokluk sorunu olarak sunuldu.
Peki, Afrin ele geçirildiğine göre Türkiye kurtuldu, memleket huzur ve güvene erişti mi?

Afrin biter bitmez iktidar cephesinden “Bir gece ansızın Sincar’a gireriz” açıklamaları yapılmaya, AKP toplantılarında “Reis bizi Münbiç’e götür” sloganları atılmaya başlandı.

Oysa TSK Şengal’e de girse, Kandil’e operasyon da yapılsa, Menbiç de ele geçirilse Türkiye daha güvenli bir yer olmayacak. Aksine Türkiye, emperyalistler arası gerilim ve çatışmaların tırmandığı bir coğrafyanın ortasına daha fazla sürüklenecek. Daha da önemlisi bu operasyonlarla ne PYD, ne PKK bitirilebilir, ne de Kürt sorununu çözülebilir. Sadece çözümsüzlük derinleşecek, birlikte yaşam koşulları daha da tahrip olacak.

“1984’ten 2010’a kadar PKK’yı 5 kez bitirdik” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Kürt sorununu savaş ve şiddet politikalarıyla çözme konusunda bu iktidardan daha az hevesli değildi. Ancak “bitirildi” denilen örgüt her defasında daha güçlü olarak ortaya çıktı.

Öyleyse her şeyden önce sorunun doğru teşhis edilmesi gerekiyor.

Türkiye’de PKK ya da Suriye’de PYD sorunun nedeni değil, bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Bu sorunun adı, Kürt sorunudur. Çünkü Kürtler bu coğrafyanın en eski halklarından biri oldukları halde bu ülkenin anayasasında “devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” yazmaktadır. Bu ülkede ana dilinde eğitim başta olmak üzere Kürtlerin bir ulus olmaktan kaynaklı demokratik istemleri, 90 yılı aşkın bir süredir hep baskı politikaları ile engellenmeye çalışılıyor. Türkiye’deki iktidarların Suriye ya da Irak’ta Kürtlerin kazanımlarını, Kürtlerin kendilerini yönetmelerini ülke için tehdit olarak görmelerinin nedeni de Kürt sorununda sürdürdükleri çözümsüzlük politikalarından başka bir şey değildir.

Türkiye, 2013-15 yılları arasında devam eden ‘görüşme süreci’nde kendi Kürt sorununu barışçıl-demokratik yollardan çözseydi, bugün Afrin bir tehdit olarak görülür ya da Afrin’e operasyon gündeme gelir miydi?

Türkiye’deki iktidar bu gerçeği bilmediğinden değil; demokratik barışçıl çözüm, tek adam rejiminin önünde engel olduğu için savaş ve müdahale politikasına yönelmiştir. Çünkü bu iktidar ülkeyi değil, kendini güvenceye almanın arayışı içindedir. Ve tek adam rejiminin inşası için MHP ile yapılan kader birliğinin pusulasında ‘savaş’ yazmaktadır.

Dolayısıyla bugün iktidarın sürdürdüğü bu savaşçı politikalardan vazgeçmesini beklemek hayalcilik olur. Ancak ortada bir gerçek var ki, nasıl savaş ve tek adam rejiminin inşası iç içe geçmişse, tek adama karşı mücadele de barış mücadelesinden ayrı düşünülemez. Bugün tek adam rejimine karşı olduklarını söyleyen ama Afrin’de olduğu gibi iktidarın savaş ve müdahale politikasını destekleyen milliyetçi-ulusalcı-ulusal solcu vb. kesimler bu gerçeği göz ardı ettikleri için en çok karşısında olduklarını söyledikleri rejimin işini kolaylaştırıyorlar.

Evrensel'i Takip Et