Akademi ve bürokraside gettolar, din ve garezliğin diyalektiği
Fotoğraf: Envato
12.Çukurova Sanat günleri. Konu başlığı “Akademik Getto” Konuşmacılar Özgür Taburoğlu, Gökhan Yavuz Demir, İlker Özdemir.
Akademik getto bir zamanlar biraz vardı, Doğramacı ve Gürüz dönemi biraz böyle bir dönemdi. Hacettepe Tıp, ODTÜ, Boğaziçi ve İTÜ memleketin bütün bünyesini, TÜBİTAK ve TÜBA’daki köşe başlarını tutmuş ve yutmuş gibiydi. Ankara mülkiye ile hukuk fakülteleri burnundan kıl aldırmıyordu, Hazine, DDK, iç işleri (kaymakam, vali) ve dış işleri onlardan sorulurdu.
Akademik Getto’nun en son ve en tepe halleri Gürüz ve Alemdaroğlu dönemi sayılır. Neyse ki en azından teknik bilime inanmış kişilerdi bunlar. ABD ve AB’cilikleri de en üst noktadaydı. Avrupa Üniversite Alanı (EUA-Bologna Süreci) Türkiye’de bilim ve üniversiteleri kurtaracaktı. Nerdeyse tüm YÖK başkanları ve üyelerini TÜSİAD atıyordu. TÜSİAD’ın hâlâ web sayfalarında YÖK başkanları, AB üniversitelerinden rektörler, eğitim ve yükseköğretim sektörü raporları duruyor. 2010’lara kadar oldukça etkiliydiler. TÜSİAD ve YÖK kurmayları kamusal eğitimi Dünya Bankası ile birlikte, liberal muhafazakar dinci kanatlarla birlikte tasfiye ettiler, üniversite ve okulların aydınlanmacı karakterini birlikte tasfiye ettiler, şimdi kendileri de tasfiye oluyor.
Temel doğa ve sosyal bilimler ile felsefenin hiç yeri olmadı bu topraklarda. Merkez komprador burjuvazi ile mülkiye, tıbbiye, harbiye, taşra esnafı birlikte götürdü işleri, 1946’lardan itibaren din tarikatlarla da ortak bloklar oluşturdu. 2018’e gelindiğinde boynuz kulağı geçti, din-tarikat kanatları MEB’e, YÖK’e ve hariciyeye kadar devleti teslim aldı.
Ektiğini biçer insan ve toplumlar. Kültürleme böyle bir şey, ektiğin neyse onu verir toprak.
İşin diyalektiği ise ektiğinin çıkması için topraktakine, doğal madde (çinko, fosfor, potas, azot vb.) ve mikroorganizmalara da ihtiyaç vardır. Onları toptan yok edersen kendin de yok olursun.
Doğa ile kültürlemenin, amaç-araç ilişkisinin diyalektiği işler. Ne yaparsan yap bir sınıra gelir dayanır.
Topraktakinin, doğanın, toplumun geriye kalanlarının da varlığı devam eder, etkilenerek ve etkileyerek. Bir yandan çevre sorunları, diğer yandan toplumsal sorunlar birikir, dönüşür, çatışma alanları artar, kim ne yemişse yediği şey de onun bünyesinde varlığını sürdürür.
Bu sürdürüm bazen yeni bir sıçrama getirir, yenen ile yenilenin aynı bünyedeki birlikteliği yeni ürün ve formlar oluşturur, bazen durum bu kadar parlak olmaz, emilip yutulma ile sonlanır. Diğer bitkiler baskın bitkilere yenik düşer, özerk bir hükmü kalmaz, transform olur, marjinalize olur, biçim ve nitelik değiştirir. Bazı dil, din, kültür ve toplumlar arkaik olur, güncellenemez hale gelir, kendini yenileyemez hale gelir, sonunda üstüne gelir başkaları oturur.
GAREZLİK KÜLTÜRÜ
Anadolu’nun zorlu diyalektiğinde yapana üretene imrenme değil garezlik kültürü var, çekemezlik var, bunları bozguncu görüyor, çalışanı üreteni özerk düşüneni gizliden gizliye yiyip bitiriyor, derin bir psişik durum işliyor, derin dedimse bilinç dışı demek daha doğru olur, bir tür barbarlık ki, hem görece daha omurgalı ve özgür olanın yerinde olmak istiyor hem de onu ele geçirip yok ediyor.
Gökhan Yavuz Demir “artı kültür” üretmek gerek, üniversite bunu yapmalı ama “akademik gettoda” entelektüelliğe düşmanlık var diyor. İlker Özdemir, doğru düzgün, cahil de olsa en azından dürüst-iyi niyetli bir halk var da peşinden mi gitmedik, böyle bir halk olsa elini ayağını öperiz diye Demir’in bıraktığı yerden sürdürüyor konuyu.
Akademik kadro entelektüeli sevmiyor, halk okumuş yazmışı sevmiyor, iktidar hem halkı hem de entelektüeli sevmiyor.
En sevilmeyeni en zayıf halkayı, en “marjinalini” okuyup yazan gençler oluşturuyor ki bunlar kurda kuşa yem oluyor.
Gencini yiyen bir toplum daha altta kendi kendini yiyor. Farkında mı, hayır değil, gençliğe, dinamik yaratıcı üreteci olana bir garezlik var ki, aslında kendinden nefretin bir tür karşıya vurumu mu, başka bir şey de mi aynı zamanda, üzerinde daha çok düşünmemiz gerekiyor.
Çocuklarına, gençlerine, okur yazar düşünenine ufuk vermeyen bir toplumun, gencinin üreteninin ufku olmayan bir toplumun ufku olur mu?
Amaçsız eylemler, eylem bile değil davranış modundadır, bilinçsizdir. Yok oluşlar iradesizliktendir, bilinçten yoksundur, bir tür kaderdir.
İnsanın varoluşu, bilinçli tercihlerine bağlıdır yani amaçlı bir eylemdir. İstemek ve irade göstermek kaydıyla devrimler yakındır. Bellek ve bilinçli çıkış yoksa geriye kalanı ise duraklama, çöküş ve yok oluştur.
- MEB’in başarısı muhteşem tıklanma rekoru: İnsanın iyi ki pandemi ve deprem olmuş diyesi geliyor 10 Ocak 2025 04:58
- 22 yıllık, 72 yıllık gerileme: MEB’in, AKP’nin, milli görüşün ‘Milli Maarif’ ve ‘MESEM’ başarısı 03 Ocak 2025 04:26
- Türkiye ve Suriye yüzyılı mütaşerik maarif ve rejim modeli 27 Aralık 2024 04:43
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15