31 Mart 2018 01:03

‘Ekonomi büyürken’ kim büyüdü, fatura kime çıktı?

‘Ekonomi büyürken’ kim büyüdü, fatura kime çıktı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

TÜİK açıkladı: Türkiye 2017 yılında yüzde 7.4 büyümüş!

Bu, G20 ülkeleri içinde “en büyük büyüme”ymiş.

Koca TÜİK yalan söyleyecek değil ya; o dediğine göre “Türkiye geçen yıl yüzde 7.4 büyümüş” demek ki?

TÜİK’in verilerine göre başka büyümeler de var ama.

Önceki yıllara göre 2017’de ve sonrasında, onca dopinge karşın örneğin;

* Enflasyon büyümüş,

* Faizler büyümüş,

* İşsizlik, yoksulluk büyümüş,

* Cari açık büyümüş,

* Dolar ve avronun TL fiyatı büyümüş!

Kapitalist sistem eleştirisini bir yana koysak bile; rasyonel bir mantık; eğer bir ülkede ekonomi büyüyorsa; yani toplam üretim artıyorsa; şunlar da olur: 

Enflasyonun düşmesi gerekir: Çünkü, ekonominin büyümesi ile her şeyden önce üretilen malların miktarı artacağı için, “arz büyür”; arzın büyümesi ise fiyatları aşağı doğru çeker! Bu da “Fiyatlarda genel bir artış” anlamına gelen enflasyonunun düşmesi demektir.  

Faizlerin büyümesi değil düşmesi gerekir: Eğer enflasyon düşerse faizler de düşer. Eğer ekonomi gerçek anlamda büyüseydi, faizlerin de düşmesi gerekirdi!

İşsizlik yoksulluk azalırdı: Eğer ekonomi gerçek anlamda büyüseydi; işsizliğin ciddi bir biçimde azalması, dolayısıyla işçi ücretlerinin yükselmesi ve emekçilerin yoksulluklarının azalması gerekirdi! 

Cari açık azalırdı: Üretim artsaydı, ihracat ithalattan daha çok artar, ithalat azalması dolayısıyla cari açığın da azalması gerekirdi!

Dolar, avro karşısında TL değer kazanırdı: Ekonomi gerçek anlamda büyüseydi, ekonomin uluslararası itibarı arttıkça o büyüyen ekonominin sembolü olan “milli para” da (burada TL) değer kazanırdı!

Ama her ne hikmetse, ekonomi büyürken, işçi sınıfı için halk için geçim sıkıntısının artması demek olan yukarıdaki göstergeler de hızla artıyor. 

Olup biten her akılcı açıklamalar getirmenin eğitimini almış burjuva iktisatçıları elbette bunların her birine “kendi içinde tutarlı” görünecek bahaneler ön sürerler. Hatta, bu sıkıntıların gelecekte yoksullar için, işçiler için de “İyi sonuçlar doğuracağını” propaganda ederler. Ama “doğrunun ölçütü pratik”tir.

Eğer söz konusu olan ekonomi ise işçiler ve halk için ekonominin iyi olup olmamasının (Burada büyümenin olup olmamasının da diyebiliriz) ölçütü de halkın yaşam koşullarını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığıdır.

Eğer ekonomi büyüdükçe, işsizlik ve yoksulluk büyüyor, vatandaşın yaşam koşulları ağırlaşıyor, hatta yoksulluk katlanılamaz boyutlara varıyorsa, bu büyümede bir yanlışlık olduğu anlaşılır.

“Büyüme” derken elbette tümüyle de yanlış söylenmiş olmuyor. Tersine “ekonomik büyüme” ile birlikte sadece enflasyon, faizler, döviz fiyatları, işsizlik yoksulluk büyümedi. Örneğin üst sınıfların kârları, servetleri de büyüdü. Multimilyonerlerin sayısı arttı; milyarı olanlar yeni milyarlar ekledi servetlerine. Döviz spekülatörleri, büyük borsa oyuncuları, devletten ihale alan büyük firmalar, faiz lobisinin baronları, ihracat ve ithalat firmaları büyüdü. Hatta ekonomi yüzde 7.4 büyürken bu en üst sermaye kesimi, yüzde 7.4’ten de daha büyük büyüdü. Nitekim, en büyük firmaların ve bankaların yılbaşı bilançoları, kimlerin ne kadar büyüdüğünü apaçık gösteriyor.

Yani, “büyüyen Türkiye” denilerek propaganda yapılıyorsa da; aslında büyüyen yerli ve Türkiye ile iş yapan yabancı sermaye kesimleridir.

Elbette bu büyüyenler içinde en çok büyüyenler de hem Türkiye’ye ihracat ve Türkiye’den ithalat yapanlar ile Türkiye’de borsada oynayanlar, borç veren dış sermaye odakları oldu.

Yerli sermaye ise, işçileri daha çok sömürerek, kârını artırarak, ya da ülkenin yer altı yer üstü servetlerinin yağmalanmasından nemalanlar, “teşvik” adı altında hazinenin ve kamu fonlarının talanından yağmasından pay alanlar büyüdü!

Velhasıl; aslında “ekonominin büyümesi” dedikleri, üst sınıfların büyümesinin işçi sınıfı ve emekçilere çıkarılan faturasıdır! Ki, burjuva iktisatçılar “enflasyonu”, “faizlerin yükselmesini”, “cari açığı”, “büyümenin faturası” olarak gösterip, “milli görev” düzeyine çıkararak emekçilerin bu faturayı kabul etmesine meşruiyet kazandırmak istemektedirler.

Demek ki, her konuda olduğu gibi “büyüme” de “sınıfsal”dır. Bu yüzden de büyüme egemen güçler için, büyük sermaye sahipleri için Türkiye’ye borç verip faiz alanların ekonomisinin büyümesi, ama işçilerin, emekçilerin yüklerinin artması, geçinme koşullarının ağırlaşması, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının yağmalanmasının artması demektir. Ki, bu da işçilerin, emekçilerin, halkın ekonomisinin küçülmesi anlamına gelmektedir.

Gerçek bu kadar keskindir; bu kadar sınıfsaldır!

İşçiler ve halk, bu gerçeği görüp taleplerini ve sömürüye karşı mücadelelerini bu sınıfsal gerçekler üstüne oturtmadıkça da  kazanacakları şeyler “Kaşıkla verilip kepçeyle geri alınan kazanımlar” olmayı aşamaz. Türkiye işçi sınıfının sendikalizm çizgisinde kalan mücadelesi, en yakın, hepimizin yaşayarak gördüğü gerçektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa