01 Nisan 2018 01:03

Yaşam-ölüm döngüsü

Yaşam-ölüm döngüsü

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ölümün tarihi üzerine çalışan günümüz tarihçilerinin bulguları, on binler yıl öncesinden başlayarak gezegenimizin tüm topraklarına yayılmış insan topluluklarının ölüme yükledikleri anlamda aynı özü bulabileceğimizi gösteriyor; çağlar boyu çeşitlenen kültürlerin, aralarındaki büyük farklılıklara karşın yaşam-ölüm döngüsünü ve bu döngünün çekirdeğine sıkıştırılan ölümü aynı öz temelinde anlamlandırması şaşırtıcı görünebilir. 

Niye şaşıralım ki? Etrafınıza bir bakın; milyonlarca, milyarlarca değişik türden, her biri özgün yaşam formu oluşturan ‘canlı varlıklarla’ birlikte yaşıyoruz. Ve özgün yaşam formu oluşturan her canlı varlık varlığını, kendi özelliklerini yitirmeme temel güdüsüyle ‘canlılığını’ koruyarak ve üreyerek sürdürüyor. Her tür bitki; koparılıyor, sararıp soluyor, çürüyor ama o bitki türü sönümlenmiyor, ‘canlılığı’ süre gidiyor. Her tür ağaç; kesiliyor, yakılıyor, köklerinden ayrılıyor ve çürüyor ama o ağaç türü sönümlenmiyor, ‘canlılığı’ süre gidiyor. Aynı akıl yürütmeyi her bir canlı varlık türü, ‘insan’ diye tanımladığımız kendi türümüz dahil, söyleyebiliriz. Ve türümüzü oluşturan ve gezegenimizin her karış toprağına yayılıp yerleşmiş tüm insan toplulukları kültürel farklılıklarına karşın ‘canlılığın sürekliliği ve tükenmezliği’ inancını, umudunu, öyle olması gereğini yaşam-ölüm döngüsünü anlamlandıran gizemli bir doğa yasası olarak kabullenmişlerdir. Kalkış noktası ve anlam kazandırılacak özne sürekliliğinin hatta sonsuzluğunun tükenmemesi gereken ‘canlılık’ olunca; yaşam canlılığın bireyde başlamasını ve sürmesini, ölüm ise canlılığın bireyin bedeninde (yani somut cisminde) sona ererken ruhunda (mutasavver-kurgu, yani cisimsiz varlığında) sona ermeyip başka bir yaşam formunda sürmesini anlatır. Yeryüzünde beden ölür ve ‘canlılığını’ yitirir; ruh bedenden ayrılır ama ölmez, bir başka alemde ‘canlılığını’ sürdürür. Bu başka alem, kültürlere ve inançlara göre farklı bir bedende yine yeryüzü, cennet, cehennem, insanın tasarlayamadığı, tasarlamaması gereken herhangi bir alem olabilir.

Şaşırmaya gerek yok! Türümüzü oluşturan ve gezegenimizin her yerine yayılarak yerleşmiş tüm insan toplulukları, ortak noktaları yok denecek kadar az olsa bile, köklü inanç ve kültür farklılıklarına karşın yaşam-ölüm döngüsünü canlılığın sürekliliğine, sonsuzluğuna ulaşabilmenin aracı olarak anlamlandırmışlardır. Şöyle de söylenebilir: Yaşama ve ölüme birbirini izleyen ve etkileyen iki olgu temelinde toplumsal anlam yüklendiğinde, vurgulanan şey ‘canlılığın’ bizzat kendisi olmuştur; sanki yaşam ve ölüm ‘canlılığın’ sonsuzluğu kurgusunda toplumsallaştırılmak istenmiştir.

Yaşama ve ölüme toplumsal anlam kazandırmakla, yani bu iki olguyu toplumsallaştırmakla ‘canlılığa’ sonsuzluk kazandırıldığına inanılır: Yaşam canlılığın bir cisim olan ‘bedende’, ölüm canlılığın mutasavver-kurgu bir cisimsizlik olan ‘ruhta’ sürmesidir.

Yaşam ve ölüm toplumsallaştırınca, bu olgular toplumsal değerlere ya da değer yargılarına büründürülür; canlılığı anlamlandırmaları bir yana, her ikisi de bazen ceza olur bedendeki canlılığın ruhta devamı engellenmek istenir (Örneğin ölüm cezasının, cehenneme gitmenin anlamı), bazen ödül olur ruhtaki canlılığın hemen, derhal cennet mekanında vadedildiği gibi süregelmesini sağlamak inancı yerleşir (örneğin şehit olmak), bazen bir özlemi ifade eder, bedendeki canlılığın ruhta süregeldiği iç rahatlamasının avuntusuna sığınılır (Örneğin ‘rahmetli annem şu an bizi izliyorsa.’ iç geçirmesi), bazen bedendeki canlılığın, sadece şehitler bakımından değil anılmak ve değeri vurgulanmak istenen ‘yaşamış kişiler’ bakımından da ruhta devam ettiği umudu varsayımdan gerçekliğe dönüştürülmek istenir (Örneğin …’in 175.inci doğum günü nedeniyle yapılan toplantı, her hangi diğer etkinlik), bazen unutturulmamak istenen kişinin bedenindeki canlılığın kültürel değerlerindeki kahramanlık, cesaret unsurlarının ruhtaki canlılıkta da aynen devam ettiği haykırılır (Örneğin …’ler ölmez, …bir ölür bin doğar sloganları). 

Saydığım, sayamadığım örnekler yaşam-ölüm döngüsünün ‘canlılık’ ekseninde toplumsallaştırılma sürecinin kesintiye uğramaksızın devamını sağlıyor, canlılığın ölümden sonra da mutasavver-kurgu cisimsizlikte devam ettiği fikriyatını yeniden üretiyor; yaşama-ölüme ilişkin değişik alanlarda (fizik, kimya, biyoloji, evrim bilim vb.) edinilmiş bilgilerin karmaşık örgüsünü kavratacak bilimsel irdeleme çabalarını öteliyor.

Üstelik ‘canlılığın mutasavver-kurgu cisimsizlikte devam ettiği fikriyatını, günlük gerçekliğin bir tezahür biçimi olarak kabullenir olduğumuzda, ‘Şehit olmuş’ sayılmaya devletin karar vermesini talep edip, aile efradına maddi çıkar sağlamaya; onlarca yıllar önce ölmüş kişilerin ruhlarının devam ettirdiği varsayılan doğum günlerinde kitaplarını ya da onlar üzerine yazılmış kitapları almak için kuyruk oluşturmaya özendiriliyoruz.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa