Fransa Kürtlerin dostu mu?

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Elysee Sarayı’nda Suriye demokratik Güçleri (SDG) heyetini kabulünde “IŞİD’in yeniden dirilmesini önlemek için” SDG’yi desteklediklerini açıklaması ve ayrıca Türkiye ve SDG arasında arabulucu olabileceklerini söylemesi yeni bir tartışma başlattı.

Peki, Macron’un Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcülerinin o bildik üslupları ile hemen yanıt verdikleri bu açıklamaları ne anlama geliyor?

Yoksa Fransa Kürt dostu Madam Mitterrand’ın ruhunu canlandırıp Kürtlerin hamiliğine mi soyunuyor?

Bu soruların yanıtını bulmak için bölgede (Ortadoğu) son birkaç yılda olanları kısaca hatırlamak ve Macron’un açıklamalarını bu bütünlük içinde değerlendirmek gerekiyor.

Bilindiği gibi ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk hareketleri önce Tunus’ta Bin Ali ve ardından da Mısır’da Mübarek diktatörlüğünün devrilmesiyle başlamıştı. Ancak Arap coğrafyasındaki halk hareketlerini bölgeyi kendi çıkarları temelinde dizayn etmek amacıyla kullanmak için harekete geçen ilk ülkelerden biri de Bin Ali diktatörlüğünün en büyük destekçisi Fransa olmuştu. Halk hareketlerini emperyalist politikalara yedekleme politikası ilk olarak Libya’da devreye konulmuştu-ki Fransa, NATO’nun Libya’da Kaddafi’ye karşı harekete geçmesinin en hararetli savunucusuydu. Çünkü Fransa büyük oranda Libya petrolüne bağımlı durumdaydı.

Libya’dan sonra müdahale politikası Fransa’nın eski sömürgesi Suriye’ye yöneldi. S. Arabistan ve Katar ile bu politikanın öncülüğüne soyunan Türkiye’deki iktidarın en büyük destekçileri yine ABD ve Fransa idi. Ancak IŞİD ve radikal İslamcı çetelerin Suriye ve Irak’ta etkisini arttırması sonrasında ABD ve Fransa bu destek politikasını revize etmek zorunda kaldılar. Çünkü radikal İslamcı çeteler hem Suriye rejiminin en büyük destekçileri İran-Rusya blokunun bölgede etkisini attırmasına yol açmış ve hem de Musul ve Libya’da olduğu gibi büyük oranda batılı emperyalistlerin denetiminde olan enerji kaynakları için bir tehdit oluşturmaya başlamıştı.

İşte IŞİD kuşatmasına karşı Kobanê direnişi süreci, ABD ve batılı ülkelerin IŞİD’e karşı mücadele eden en dinamik güç olan Kürtlere desteğinin önünü açmıştı. Bu dönemde Fransa’nın Macron’dan önceki Cumhurbaşkanı Hollande,2015’te PYD Eş Başkanı Asya Abdullah ve sonra 2017’de diğer Eş Başkan Salih Müslim ile görüştü.

Bu görüşmelerin arka planında 2014’ün sonlarına kadar Esad rejimini devirmek için Türkiye’nin Suriye’de ‘tampon bölge’ler oluşturulması politikasının en büyük destekçisi olan Fransa’nın 2015’ten sonra ABD gibi bölge politikasını revize etmek zorunda kalması yatıyordu. O yüzden bugün Suriye’de emperyalist güçler arasındaki paylaşım mücadelesinin daha belirgin hale geldiği ve gerilim arttığı koşullarda Fransa’nın yeniden devreye girmiş olması şaşırtıcı değil. Dolayısıyla Macron’un “Kürtlere destek” açıklaması, Fransa’nın emperyalist paylaşım mücadelesinde tuttuğu/tutmak istediği pozisyondan bağımsız düşünülemez. Ayrıca Almanya ve İngiltere’nin kendi iç sorunlarıyla boğuşmasının Fransa’yı bölgede daha etkin bir pozisyon edinmek konusunda daha istekli hale getirdiğini de not etmek gerekiyor.

Macron’un bu açıklama ve girişimlerinin Suriye’deki egemenlik mücadelesi bakımından olası sonuçlarına gelince:

Özellikle NATO üyesi ülkeler ve Rusya arasındaki “soğuk savaş”ın tırmandığı bir süreçte Fransa, egemenlik mücadelesinin sürdüğü Suriye sahasında Rusya’ya karşı ABD’nin yanındaki tutumunu belirginleştirmiş olmaktadır. Bu noktada Trump’ın Suriye’deki askerlerini çekeceklerini söylediği-ki ABD’nin İran’ı öncelikli hedef haline getirdiği bir süreçte bu sözlerin bir inandırıcılığı yoktur- bir dönemde Fransa’nın Suriye’ye yeni asker gönderebileceği yönündeki açıklamalar dikkat çekicidir.

İkinci olarak, Fransa’nın Suriye’de daha etkin pozisyon almasının Türkiye’nin manevra alanını daraltıcı, Türkiye’yi batı ve Rusya arasında safını belirlemeye zorlayıcı bir tarafı olduğu da göz ardı edilmemelidir.

Öte yandan Putin’in yarın başlayacak Türkiye ziyareti, Rusya’nın NATO üyesi Türkiye ile işbirliğini sonuna kadar zorlayacağının bir ifadesi olarak anlam kazanıyor. Zaten Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in Fırat Kalkanı ve Afrin için söylediği “Rusya hava sahasını açmasaydı İHA bile kaldıramazdık” sözleri, Türkiye’nin Kürt karşıtı müdahale ve yayılmacılık politikasının büyük oranda Rusya’nın ‘olur’una bağımlı olduğunu ortaya koyuyor.

Son olarak bu gelişmelerin Kürtlerin işini daha da zorlaştırdığını eklemek gerekiyor. Çünkü Kürtlerin bugüne kadar elde ettikleri kazanımlar büyük oranda ‘üçüncü çizgi’ olarak tanımlanan ve doğrudan hiçbir güce yedeklenmeyen politikaya dayanıyordu. Oysa özellikle Afrin’in düşüşü ‘üçüncü çizgi’ politikasını zora sokarak Kürtlerin ABD-batılı güçlere bağımlılığını arttırdı. Bu durumun Kürtlerin hayrına olmadığı açıktır. Çünkü önceki dönemler bir tarafa Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki referandum ve Afrin süreci, emperyalist güçlerin Kürtlerle “dostluğunun” kendi çıkarlarına hizmet ettiği yere kadar olduğunu yeniden ve yeniden acı bir şekilde gösterdi.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et