13 Nisan 2018

Türkiye savaşın neresinde?

Suriye’de Doğu Guta’daki cihatçı gruplara karşı operasyon yapan rejim güçlerinin kimyasal silah kullandığı iddiası sonrasında tırmandırılan gerilim, ABD ve Rusya’yı bir savaşın eşiğine getirmiş bulunuyor. ABD Başkanı Trump, “hazır ol, yeni akıllı füzelerimiz geliyor” tweeti ile Rusya’yı tehdit ederken, daha önce Suriye’ye yönelik füze saldırısını yanıtsız bırakmayacağı açıklamasını yapan Rusya’dan “akıllı füzeler resmi hükümeti değil, teröristleri hedef almalı” yanıtı geldi. Bu arada İran da “her türlü yabancı saldırganlığa karşı Suriye’nin yanında olacağız” açıklaması ile Suriye’ye olası bir müdahaleye karşı açık tutum alacağını ilan etti. Fakat bu karşılıklı açıklamaların ardından başkaca adımlar da atılmaya başlandı. ABD savaş gemileri Akdeniz’e doğru yola çıkarken, ABD müdahalesine açık desteğini ilan eden İngiltere de Kıbrıs’taki üssüne yeni savaş uçakları gönderdi.

İşte Suriye’de sıcak çatışma riskini arttıran bu gelişmeler yaşanırken, gerilimi tırmandırmanın gerekçesi yapılan Doğu Guta’da rejim güçlerinin kontrolü tamamen sağladığı haberi geldi. Ancak şurası da açıktır ki, bugün Suriye’ye müdahale tehdidinde bulunan güçlerin asıl sorunu Doğu Guta ya da orada kullanıldığı iddia edilen kimyasal silahlar-ki, bu iddianın bölgede inceleme yapan Rus heyetinin açıkladığı gibi el Kaide bağlantılı ‘Beyaz Baretliler’in mizanseni olması olasılığı oldukça yüksektir- değildir. Aksine asıl mesele artık sonuna gelinen cihatçı grupların tasfiyesi sürecinin Suriye ve bölgede (Ortadoğu) Rusya ve başta İran olmak üzere işbirliği halinde olduğu güçlerin etkisini arttırmış, egemenlik alanını büyütmüş olmasıdır. Dolayısıyla ABD ve müttefiklerinin hiçbir araştırma yapmadan Doğu Guta’da kimyasal silah kullanıldığı iddiasına sarılmalarının nedeni, bu iddiayı bölgede Rusya-İran etkisini durdurmaya yönelik müdahale için meşru bir dayanak yapma arayışıdır.

Burada akla gelen ilk sorulardan biri de ABD ve Rusya arasında tırmanan gerilim ve olası çatışma karşısında Türkiye’nin nasıl bir tutum takınacağı, başka bir ifade ile hangi tarafta yer alacağı sorusudur. Çünkü bugün siyasi olarak ilişkileri gerilimli olsa da Türkiye dış ticaretinin yüzde elliye yakınını AB ile yapıyor (ABD eklendiğinde yüzde elliyi geçiyor). Ve ayrıca askeri yönden NATO üyesi bir ülke olarak varlığını sürdürüyor. Öte yandan Türkiye’deki iktidar özellikle 2016’daki darbe girişiminden bu yana Rusya ile askeri, ticari, siyasi işbirliğini geliştiriyor.

Öyleyse soralım: Türkiye bugün çatışmaların ve egemenlik mücadelesinin odağı haline gelmiş Suriye’de hangi pozisyonda bulunuyor?

ABD, ‘IŞİD ile Mücadele Stratejisi’ üzerinden bölgede Rusya’ya karşı pozisyonunu koruma yönünden adımlar attığı süreçte IŞİD’e karşı en etkin mücadeleyi veren Kürtlerle işbirliğini geliştirdi. Bu işbirliği, Suriye Kürtlerinin güçlenmesini ülke içinde Kürt sorununda sürdürdüğü politikalar bakımından bir tehdit olarak gören Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirdi. Erdoğan iktidarının 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden ABD ve batıyı sorumlu tutması, o güne kadar Türkiye ile ilişkileri gerilimli olan Rusya’nın, Türkiye’yi ABD-batıya karşı kullanma olanaklarını arttırdı. Bu temelde Rusya, görünüşte IŞİD’e karşı ama gerçekte Kürt kantonlarının (Kobanê ve Afrin) birleşmesini engellemek amacıyla yapılan ‘Fırat Kalkanı’ operasyonundan Afrin operasyonuna kadar Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarına ‘olur’ verdi. Çünkü Rusya, bu politika üzerinden hem Kürtlerin gücünü sınırlayarak onları kendi çözümüne razı etmeyi ve hem de NATO üyesi Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirerek Suriye’de kalıcı olmaya çalışan ABD’nin işini zorlaştırmayı amaçlıyordu.

Gelelim bugüne. Afrin operasyonunda kullanılan ÖSO’dan bugün İdlib’de desteklenen Ahrar’uş Şam ve Nureddin Zengi Tugaylarına kadar cihatçı gruplar Türkiye’deki iktidarın Suriye’ye müdahale politikasının en önemli dayanakları olageldiler. Bu nedenle Erdoğan iktidarı, ABD ve batı ile en gerilimli olduğu dönemlerde bile bu güçlerin Suriye rejimine (Esad’a) yönelik müdahalesini destekledi. Mesela geçen yılın Nisan ayında İdlib’in Han Şeyhun bölgesinde kimyasal silah kullanıldığı iddiası sonrasında ABD’nin Suriye’nin Şayrat Hava Üssü’ne yaptığı saldırıyla ilgili açıklamada “Türkiye’nin bu yönde atılacak adımlara tam destek verdiği” açıklanmıştı. Hesap basitti, çünkü Esad’ın cihatçı gruplara karşı operasyonlarının durdurulup geriletilmesine yönelik adımlar Türkiye’nin ve desteklediği cihatçı grupların hareket alanlarını artırmalarına ve Suriye’nin geleceğinde daha etkin rol oynamalarına olanak sağlayacaktı.

Ancak meselenin başka bir boyutu da var. Türkiye’nin ABD-batının Esad’a karşı müdahale politikasını desteklemesi, kaçınılmaz bir şekilde Esad’a açık destek veren Rusya ve İran ile bugüne kadar sürdürdüğü ilişki ve işbirliğini zora sokacak. Dahası bu durum, Afrin’den çıkılması yönünde yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Türkiye’nin Suriye’de Kürtlere karşı bugüne kadar bu güçlerin ‘olur’u ile yürüttüğü operasyonların ve müdahale politikasının da sonuna gelinmesine yol açacak.

Yani Türkiye’deki iktidar,Suriye’de egemenlik mücadelesi içinde bulunan iki güç arasındaki çelişkilerden faydalanmasının giderek zorlaşacağı ve hangi tarafa yönelirse yönelsin, bir açmazla karşılaşmasının kaçınılmaz olacağı bir noktaya doğru gidiyor. Üstelik iktidarın sürdürdüğü bu savaşçı-müdahaleci politika nedeniyle Türkiye’nin tarafı neresi/hangisi olursa olsun, ülkenin emperyalistler arasındaki bir bölgesel savaşın orta yerine doğru sürüklenmesi de kaçınılmaz oluyor.

Peki, bir çıkış yolu yok mu?
Elbette var ama bu yol, içeride tek adam rejiminin inşasını ve dışarıda onunla iç içe geçmiş bulunun yayılmacı-savaşçı politikaları kendisi için varlık-yokluk sorunu haline getiren bugünkü iktidarın asla görmek istemediği, istemeyeceği olan yoldur. Bu yol dışarıda müdahaleci-yayılmacı politikalardan vazgeçilip ÖSO başta olmak üzere cihatçı gruplara verilen bütün desteğin kesilmesi ve içeride ise, OHAL’in kaldırılıp demokratikleşme ve Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümüne dayanan yoldur.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et