19 Nisan 2018

Şiirde ırkçılık

Savaş davulları çalınmadan doğrudan “akıllı füzeler”in Ortadoğu göklerini ışığa, şehirlerini ateşe boğduğu şu günlerde “savaş goygoycusu” gazetelerin, televizyonların, yazarların, şairlerin Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne üstümüze kanlı sözcüklerini boca ettiğini de biliyoruz.
Edebiyatta bu ırkçı şiddet dili pek yeni değil öyleyse. Biraz eskiye dönelim. Dünya Türklüğünü birleştirme isteğiyle yola çıkan Turancılık, Atatürk döneminde siyasal etkisini yitirince derlenip toplanabilmesi için II. Paylaşım Savaşı’nı beklemişti. Naziler, Sovyetlere saldıracak ve onları alt edecekti. Sonra da Orta Asya’dan başlayarak “dünya Türk olacak”tı.

Turancıların bu düşü, dönemin tüm kültür dergilerinde ete kemiğe bürünmüş; edebiyat, Milli Edebiyat Dönemi’nden sonra ilk kez “Genç Kalemler”in bıraktığı bayrağı taşımaya soyunmuştu. Ancak Nazi orduları yenilgiye uğrayınca evdeki hesap çarşıya uymamış, Irkçı-Turancı görüşler, yüz geri edilerek 1944 Irkçılık-Turancılık Davası ile 70’lere kadar “nekahet devresi”ni yaşamıştı. Bu yıllarda yargılanan yazar, şair ve siyasetçilerin de Türkiye tarihine ve eğitimine damgasını vurduğu bilinir.

Milli Edebiyat’tan ve Ziya Gökalp’in, Yusuf Akçura’nın Türkçülüğünden 40’lara yemişin özü aynıdır ancak kabuk değiştiren ırkçılık, yine “kan” ya da “ruh” gibi kavramlara belirgin bir tanım getirememenin güçlüğü yüzünden, daha çok psikolojik, ekonomik, demografik, mistik ve dinsel öğelere bağlanıyordu. Bu “haletiruhiyeye uygun olarak” da edebiyat, oldukça saldırgan bir kimlik taşıyordu. O dönemde yargılanan Türkçülerden olan Nihal Atsız’ın ve Orhan Şaik Gökyay’ın yapıtlarına bakıldığında 5O’den sonra “tezahür edecek” ırkçılığın bir panoramasını görmek olasıdır aslında.

Yine bu dönemde yayımlanan hamasi şiirler, şairlerin “ırkçı histerileri”yle doludur. Bu, bir ulusa ait olmak gibi saf bir ulusalcılıktan öte, sınırlarına kan hendekleri açılmış bir ülkede şairin geçmişe dönme arzusudur. 1954’te Vatan ve Kahramanlık Şiirleri Antolojisi’nde yayımlanmış Zafer Arıkdağ’ın şu dizeleri, dönemin algısını göstermesi yönünden yeterlidir sanırım: “Toprak borcumuz yok, kan borcumuz var, / Bir karış vermeyiz ölene kadar... / Ya zafer ya ölüm! İşte son karar: / Bundan gayrı kavil Türk’e ar olur.” Oysa yıl 1954’tür ve Demokrat Parti iktidardadır.

Savaş çoktan bitmiştir, toprak veriliyorsa müttefik Amerika’ya veriliyordur. Ancak şair, bir savaş ve işgal sendromuyla yaşamaktadır hâlâ. Ulusunu övmekten çok, sürekli saldırıya uğrayacağını sanan bir insanın hezeyanıdır bu. Bu durum, dönemin tüm yazarlarına yansır. Orhan Şaik Gökyay’ın ve Arif Nihat Asya’nın, ders kitaplarına alınan ünlü “Bu Vatan Kimin?​” ve “Bayrak” şiirlerinden öteye gitmek gerekmez durumu görmek için. “Bu vatan, toprağın kara bağrında / Sıra dağlar gibi duranlarındır. / Bir tarih boyunca onun uğrunda / Kendini tarihe verenlerindir.” 
Orhan Şaik Gökyay’ın bu dörtlüğü, milliyetçiliğin tanımını vermesi yönünden de okunabilir. Sözlükler, “kendi ulusuna bağlılığı, bireysel çıkarlardan önce gören anlayış” diye tanımlıyor milliyetçiliği. Ulus-tebaa ilişkisi. Efendi- kurban ilişkisi. Tarihe kulluk ve yitirilmiş bir gelecek. Kalıtsal fiziksel özellikler üzerine kurulan ırkçılığın kapsamındaki milliyetçiliği de böyle görmek gerekir. Bu bakışla işlenen her düşüncenin, o yılların şiirinden, yazınından bugüne siyasal, kültürel ve toplumsal yaşamımızı yönlendirdiğini de söylememiz yanlış olmaz.

Yine Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiirindeki “Sana benim gözümle bakmayanın / Mezarını kazacağım. / Seni selamlamadan uçan kuşun / Yuvasını bozacağım.” dizeleriyle  bugünün bir siyasal erk reklamı olan “Kurban olam ayına yıldızına” ,“ya sev ya terk” sözleri arasında bir fark görülebilir mi?

Algı aynı kulluk algısıdır. İç uyağıyla, dış uyağıyla tastamam oluşturulan bu masum reklam cümlesi ve propaganda sloganı, dil içi bir durumdur ve ırkçılığın bir alt eşiğinde oturmaktadır. Mehmet Emin Yurdakul’un “Büyük ırkıma” ithafıyla açılan “Türk Sazı”ndaki “Ben bir Türküm; dinim cinsim uludur” dizesinden, Mithat Cemal Kuntay’ın “Türkün Şehnamesi”ne oturtulan ırk-din-ulus sacayağı, bugün de aynı ateşin aleviyle, aynı dili pişiriyor. Son yirmi yıldır iyiden iyiye yükselen bu alev, toplumsal yapıda daha da önemli hasarlara yol açabilecek gibi görünüyor.
Çağdaş edebiyatımızda bütün bütüne ırkçı bir dalgadan söz edilmese de sözü edilen tehlikenin, edebiyatımızı etkilemeyeceğinden pek de emin olmamak gerekir. Evet, eskiden de bugün de açık-gizli ırkçılık ya da milliyetçilik kavramları kullanılmaktadır. Ancak öncesinde söz ettiğim ırk ve milliyetçilik algısında, toplumsal dönüşümlere göre değişmeler de olmuştur. Yine korunması gereken bir millet vardır ancak bu kez düşmanlar değişmiştir ya da artmıştır. “Harici bedhahlar”la birlikte, “dahili bedhahlar” da türemiştir. Ama yine o eşik eşiğe oturan iki “ulusal muhafız”, aşağı yukarı aynı dili işliyor.

Biraz daha yumuşamış gibi görülmesine karşın, bu dil, yine toplumu aynılaştırma ya da ötekileştirme aracı olarak seçiliyor. Bu sessiz bir kabul değildir. Politikadan, spora; oradan edebiyata, medyaya yayılan, bir anlaşma aracı olmayıp bir kabul ettirme, baskılama aracı durumuna getirilen sözünü ettiğiniz ırksal terimler açık bir tehdidi de içeriyor.

Bir gazetenin logosu, bu “ötekileştirme isteği”ne iyi bir örnektir belki de: “Türkiye Türklerindir.” Bu, aba altından sopa göstermek olabilir mi? Hayır. Milliyetçiliğin ya da ırkçılığın yaygın bir görüntüsüdür. Milliyetçilikle ırkçılık, bıçağın sırtıyla yüzü gibidir çünkü. Bıçağın birden dönmesi hiç de zor değildir. Yüzü de sırtı da aynı çelikten dövülmüştür. Belki de bu dili fazlaca kullanarak, toplumda meşruiyet kazanması isteniyor.
Şair, bu cendereden kurtulmalıdır. Çünkü onun ve yapıtının dili de dini de insandır ve insanın evrenselliğidir. 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et