23 Nisan 2018 23:14

Azınlık hakları mı? Dahaaa… çok su kaldırır

Azınlık hakları mı? Dahaaa… çok su kaldırır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Hocam” tanımlamasını kullanmayı severiz. Aslında bunun sol kesimde kullanmasının mucidi ODTÜ’lülerdir. ODTÜ’lülere bu tanımlamayı sevdiren ise Sinan Cemgil’dir.

Böylece bu saygı tanımlaması Medrese/İdadi tarzı kullanımdan kurtarılmıştır. 

Bence “hocam” hitabını Türkiye Akademyasında hak eden bir kaç kişiden biri Mete Tunçay ise diğeri de Baskın Oran’dır. Her darbede üniversiteden uzaklaştırılmış, ama hukuk mücadelesi ile geriye dönmüşlerdir. İkisinin de siyaset bilimi alanında üstat olması şaşırtıcı değil.

Bilim demek aynı zamanda tabu kırıcılık, araştırılmayanı araştırmak, gösterilmek istenmeyi göstermektir. Ve gerçek bilim insanı olmak aynı zamanda tutkulu olmak, kendi alanına aşık olmak demektir. Ah, Türkiye akademyası yine silindir gibi geçildi ve geçiliyor üstünden. Şu andaki üniversitelerin durumu, İslam’ın gerileme ve çöküş dönemindeki medreselerin halini andırıyor. Sistematik biçimde bir cehalet merkezi haline getirilmek, fetva merkezi yapılmak isteniyor.

1453 yılında kurulduğuyla övünülen İstanbul Üniversitesi, kökü 19. yy.dan gelen Robert Kolej geleneği üstünde yükselen Boğaziçi Üniversitesinden sonra boy hedefi haline getirilmenin ötesinde dağıtılmak, parçalanmak isteniyor.

Ah askeriye yatacak yerin yok senin. Tek parti döneminde bile görece özerk olan üniversitenin üstünden geçtin 12 Mart darbesinden sonra. 12 Eylül’de ise MGK’nin bir kolu olan YÖK’ü kurdurdun. 12 Mart sonrası Milliyetçi Cephe hükümetleri ODTÜ’den başlayarak üniversitelerin üzerinden geçmek, askeriyenin eksik bıraktığını tamamlamak istedi. Ama müthiş bir direniş bunu engelledi. Öğrenci cinayetleri, ’68 sonrası Demirel hükümetleri tarafından başlatılmıştı. Milliyetçi Cephe döneminde bu cinayetler orta okul düzeyine indi.

Denizler asılmak istenirken, parlamentoda Demirel, “3 e 3” diye bağırıp, aklı sıra 28 Nisan’daki öğrenci direnişinin, Yeni İstanbul gazetesinin arka penceresinden kaçışının intikamını almak istiyordu. Şimdikiler ne komplekslerin, ne bilinç altlarının ürünü Allah bilir!

Yeni Milliyetçi Cephe ise kan davasını, nefreti ve aşağılık kompleksini kurumsal yapıların hâlâ devam eden varlıklarını çökerterek devam ettirmek istiyor. Şimdiki Milliyetçi Cephe askeriyenin 1402 No’lu kararnamesini aşmakla öğünebilir. 70 bin öğrenci hapiste, binlerce akademisyen mahkeme kapılarında, salt barışı savundukları için.

Mete Hoca, Türkiye solunun sisler altında kalmış tarihinin siyasal arkeolojini yapmış, Baskın Hoca, Türkiye diplomasisini ve en es geçilen azınlıklar mevzuunu deşmiş, tabuları kırmış, Korkut Hoca ise, cumhuriyetin ekonomisini tarihi ile bugünü ile sorgulamıştır. Fikret Hoca, resmi ideolojiyi teşrih masasına yatırmıştır. Beşikçi Hoca ise Kürt tabusuna ilk neşteri vurmuştur. Türkiye üniversitelerinde yer alması engellenen Taner Akçam, resmi tarihin Ermeni Soykırımı’na ilişkin yalanlarını uzun yıllar sabırlı, yorucu bir akademik çalışma ile ortaya koymuştur. 

Dolayısıyla istenen; ters yönden “bir daha asla” diyerek, böylesi hocaların yükseleceği bir akademik ortam bırakmamaktır.

Bu ortamda, Baskın Oran’ın “Etnik ve Dinsel Azinliklar: Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye” (Literatür Yayınları, 2018) adlı kitabının çıkışını çok önemsiyorum. ’80’lerin başında, Baskın Oran, Yunanistan’daki Türk azınlığın durumu üzerine ilk akademik çalışmayı yapmıştı.  Aslında bütün ulus devletler olduğu gibi, Türk ve Yunan milliyetçiliği birbirinin kopyasıdır. Ama Yunanları katbekat geçtiğimizin delili Batı Trakya’daki Türk azınlığı varlığını bugüne kadar sürdürürken, Türkiye’deki Rum azınlığın sayısının 2 binlere inmiş olmasıdır.  

Azınlıklara, ulus devlet, istemeden bazı şeyleri kabul etse bile bir “başağrısı” gözüyle bakmıştır. Türkiye’nin övündüğü ve uluslararası meşruluğunu sağlayan Lozan Antlaşmasının azınlık haklarına da böyle bakılmıştır.   

Kendi kaderini tayin hakkına da, büyük devletlerin çıkarlarına göre sahip çıkılmış, kimi halklar kendi kaderleri ile tek başına yalnız bırakılmışlardı. Türkiye’nin en baştan itibaren meşruiyet temeli olan Lozan Antlaşmasını en baştan ihlal etmesi büyük devletlerin umurunda bile olmamıştır.

Nazi Almanyası’nın Yahudi halkına karşı uyguladığı “meslek yasağı”nı 10 küsur yıl önce, avukatlık mesleği, üniversite hocalığı düzeyinde gayrimüslimlere karşı uygulamaya başlayan Kemalist hükümettir. 

Lozan, azınlık haklarını, bütün etnik ve dinsel gruplara tanırken, bunu sadece Rum/Yahudi/Ermeni toplumu içinmiş gibi yutturan, Alevileri, Süryanileri, Êzidîleri, Kürtleri ve diğer azınlıkları yok sayan da tek parti rejimidir.

Bari kabul ettikleri 3 azınlık grubunun hayatını zindan etmeselerdi!

Lozan’ı daha imzaladıkları anda uygulamaya niyetleri olmadığını, en iyi imzacılardan biri olan Dr. Rıza Nur’un anılarından okuyabilirsiniz.

Halki/Heybeli Adası’nda İsmet İnönü’nün şimdi müze olan yazlığı vardı. Yaşlılık döneminde evin önünden geçenlerin Rumca konuştuğunu duyunca, “Bunlardan hâlâ kaldı mı?” diye soran da kendisi idi.

AKP hükümeti henüz “acemi” olup, kaşarlanmadığı dönemde, Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu’dan azınlık haklarına ilişkin rapor istenmiş, kendilerini bu rapordan dolayı, mahkemede yargılanır bulmuşlardı. Resmi tarih ve resmi ideoloji, şimdiki İslam-Türk sentezi versiyonu ile hamur daha çok su kaldırır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa