İşçinin emekçinin bayramı ya da Karanlıkta Uyananlar
Fotoğraf: Envato
Nazım Hikmet, “Elbette ki, sevgilim, elbet,/ dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla/ bu güzelim memlekette hürriyet” dizeleriyle sınıf mücadelesinin hayatı dönüştürüp özgürleştireceğine olan inancını, umudunu aktarır.
Kısa Türkiye tarihi, uzun soluklu sınıf mücadelesinin görkemli örnekleriyle, grevlerle, işgallerle, direnişlerle doludur.
Büyük kentlerde sanayileşme, kapitalist üretim ilişkileri gelişmeye başladığında açılan irili ufaklı fabrikalarla işçi sınıfı ve sorunları da girer hayatımıza. Fabrikalarda işçiler sendikasız, güvencesiz çalıştırılır ucuz iş gücü olarak. Çalışanın yoksulluğunda, yaşamında bir değişim olamazken sermaye sahipleri çalışanlarının sırtından kazandıkça kazanır. Kültürsüz, köksüz burjuvalar büyük kentlerin vampirleri, keneleri olarak sermaye sınıfını temsil ederler.
İşçilerde sınıf bilinci oluştukça, hak arama mücadeleleri başlar. Fabrikalarda sendika ve grev hakkı için harekete geçen işçilerin mücadeleleri, direnişleri, ödedikleri bedeller sinemaya da yansır. Bu türün ilk örneği, sendikalaşma sürecinin anlatıldığı, 1964 tarihli ilk işçi-sendika-grev filmi olarak sinema tarihine geçen, senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, Ertem Göreç’in yönettiği Karanlıkta Uyananlar’dır.
Boya fabrikası sahibinin oğlu Turgut, bir mirasyedi gibi yaşar. Çalışmak yerine gününü gün edip çocukluk-gençlik arkadaşlarıyla gezer, eğlenir. Arkadaşları arasında babasının fabrikasında çalışan Ekrem de vardır. Nuri Usta da fabrikada tecrübesiyle, yaşıyla sınıf bilincine sahip, sendikalı bir ustabaşıdır. “Bizim elimize ne geçiyor ki, size ne vereyim?” diyen Fabrika Sahibi Şeref Bey’i, “Elinize geçenlerin hesabında gözümüz yok, Şeref Bey, üç kuruşluk hakkımızı almaya bakıyoruz,” diye cevaplar Nuri Usta.
Şeref Bey: Kimsenin hakkını yemiyorum ben. Sen de beni anlamadıysan kırk yıldır...
Nuri Usta: Asıl sen bizi anlamıyorsun, e tabii inşaatta boya tenekelerini sırtlayan Şeref Usta değilsin artık.
Oğlunun kaytarıcılığıyla işlerinin aksadığını öğrendiğinde de şöyle bir konuşma yapar Şeref Bey; “Tembeller, serseriler düşmanım benim. İsterse en yakınım, öz oğlum olsun. Çalışanların dostuyum ben. Hakkı yenen varsa, gelsin bana söylesin. Vız gelir bana sendikanız. Fesatlık çıkaranlara, havadan para almak isteyenlere yer yok benim fabrikamda. Beğenmeyen defolup gider.”
Bu konuşmanın ardından fabrika müdürü adını saydığı işçilerin fabrikayla ilişiklerinin kesildiğini, muhasebeye uğrayıp on beşer günlük yevmiyelerini almalarını duyurur. “Neymiş kabahatimiz?” diye soran işçiye, “Şeref Bey’in emri” der.
İşten çıkarmalar üzerine sendika grev kararı alır. Şeref Bey ölünce fabrikanın yönetimi Turgut’a kalır. Bir yandan arkadaşı da olan işçiler, diğer yandan fabrika idarecilerinin baskısı ve yönlendirmesi karşısında ne yapacağını şaşırır Turgut. Sorunları çözeceğini söyleyerek işçilerden sabretmelerini ister. Gelişen olaylarla çalışanların da, arkadaşlarının da güvenini yitirir. Yabancı sermayeyle iş birliği yapan yöneticilerin de oyununa gelir. Atılan işçileri geri aldırmak, çalışanların zam isteklerini yerine getirmek istese de başarılı olamaz.
İşçiler arasında grev oylaması yapılacaktır. Nuri Usta işçilere bu durumu bildirir: “Kanun bize diyor ki, işveren size emeğinizin hakkını vermiyorsa çalışmayın, çalıştırmayın fabrikayı da. Ta, hakkınızı alıncaya kadar. İşte grev bu. İyi düşünün. Kolay değil tabii, karar verecek sizlersiniz.”
Turgut’la Ekrem’in de arası bozulur, yumruk yumruğa kavga ederler. Ekrem, Nuri Usta’nın evinde kalıyordur. Nuri Usta’ya baba yadigârıdır, elinde büyümüştür. Ekrem’in Turgut’la, diğer arkadaşlarıyla içki içip, serserilik yapmasını içine sindiremez. Fabrikada teknisyen olan yetenekli, çalışkan bir işçidir Ekrem. Babası da aynı fabrikada çalışırken iş kazasında hayatını kaybetmiştir.
Nuri Usta Ekrem’e, “Aslan gibi iki oğlumu kaybettim. Babanı da evlatlarımdan hiç ayırmadım. Senin kendini serseriliğe vurup bizden yüz çevirmen onların acısı kadar koydu bana. Demir dökümde yanan yiğit, namuslu işçinin oğlu bu mu olacaktı deyip kahroluyorum. Zaten ikiyüzlü pis bir dünyadayız. İhtiyar bir adamım, seninle övünmek istiyordum oğlum, iyiliğinle, yiğitliğinle. Gücüm yetmiyor artık benim. Anladın değil mi, yapılacak çook iş var,” der. Bu konuşma Ekrem’i kendine getirir; sınıfını bilir, safa girer.
Yaşanan geçim sıkıntıları ve hastalanmalar üzerine dayanışmaya çalışırlarken, aralarında toplanan paraların çözüm olmadığı, ne yapılması gerektiği üzerine işçilere “İşverenin aklına estiği zaman bizi işten atmasına mani olabiliyor muyuz, ona bakalım.” der.
“Sendikaya girelim de kapı dışarı mı etsinler işimizden?” diyen işçiye de şunları söyler:
“Sendika sensin, sen, ben, o, hepimiz. (Ürettikleri boya kutusunu eline alıp göstererek) Şu meydana gelir miydi emeğimiz olmadan? İşte, bunu yaratan emeğimizin hakkını biz almazsak kim verir bize? Ben teknisyenim, çoluğum çocuğum da yok. Dört çocuğunla sürünmüyor musun Mustafa, ya sen Temel, 60 lira alırsın haftada, hasta anan, karın, iki çocuğunla nasıl geçiniyorsun? Sen Hasan, Rıza, Moiz, Şakir, Hıristo Yaşar? Ulan neyiniz var kaybedecek? Kanun bir hak vermiş size, köpek gibi korkup titreşeceğinize, hele bir sımsıkı tutunun birbirinize, bakın o zaman kimse sizin ekmeğinizle, insanlığınızla oynayabilir mi?”
Turgut Bey’in kendilerini atlattığını söyleyen işçilere de, “Atlatacak tabii, onun için işverenin karşısına tek tek değil, toplu olarak çıkalım ki kuvvetli olalım. Anlasanıza be” der.
İşçiler aralarındaki grev kırıcılara, işveren muhbirlerine rağmen grev kararı alırlar. Gittikçe borçlanan, ürettiği boyaları da satamayan, yabancı sermaye temsilcilerinin oyununa gelen Turgut fabrikayı kaybeder. Grev de başlar... Bütün mahalleli ve işçi aileleri, grevci işçilerle dayanışma içine girerler. Grev alanına yiyecekler, eşyalar taşınır. 1970’li yıllarda çokça yaşandığı gibi başka fabrikalardan işçiler de kortejler halinde gelirler dayanışmaya. Tam bir ‘sınıf dayanışması’ yaşanır grev alanında. Grevci işçiler hep bir ağızdan, “Karşılarında biz varız” diye bağırır fabrikanın yeni sahiplerine. Karşılarında oldukları, hakları için direndikleri sermayedir; ezen, sömüren sınıfın temsilcileridir.
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04