Bilgisayarın karşısına geçmiş kımıltısız oturuyorum.Henüz bir sözcük yazmak bile gelmiyor içimden. Ellerime bakıyorum salt. Onları sanki yeni görmüşçesine inceliyorum bir süre. Yaşlanmış onlar da. Parmaklarımın inceliği,uzunluğu ile hiç de emekçi ellerine benzemiyor. Oysa çocuk yaşlardan başlayarak emekçi elleriydi onlar. Bedenimle birlikte aralıksız çalıştılar. Çünkü bizler vahşet dolu 2. Dünya Savaşı’nın artıklarıydık. Şimdi o günlere dönüp kimi anıları gözümde canlandırdığımda yine de küçük mutluluklar yakalıyorum. Özetle çocukluğumuz bir değişikti bizim. Doğayla barışık sokaklarda, arsalarda oyunlar yaratırdık kendimize. Bu oyunlarda başarılı olmak öyle kolay değildi. Gözlem gücünüze ve el becerimize gereksinim duyardık. Elbette zekamızı kullanmaya da... Çelik çomak oynamak, misket oyunlarında başarılı olmak, uçurtma uçurmak diğer organlarınızdan çok hep ellerinizi ustaca kullanmayı gerektirirdi. Evde ise annemin ellerine takılırdı bakışlarım. Mutfakta sebze meyve soyarken, nakış işlerken, yırtık sökük dikerken, okul çoraplarına yama yaparken annemin hünerli ellerinin işleyişini izler dururdum. Büyüdükçe ellerimize binen yük de arttı. Yazı yazmak, yeteneğiniz ölçüsünde resim yapmak, enstrüman çalmak, eltopu, tenis, voleybol, basketbol gibi sporlarda kendinizi gösterebilmenin sırrı yine ellerde, ellerinizin beyninizle kuracağı iletişimde yatıyordu. Gazeteciliğe başladığım yıllarda daktilo yazmayı öğrendim. Bir süre sonra daktilosuz düşünemez hale geldim. Artık parmaklarımı yoran ama yine de çok sevdiğim kalemlerimden ayrılma zamanıydı. Derken yazının, okumanın da hayatın gelgitleri arasında iyice değiştiği, yeni bir mecraya dönüştüğü bir dönem başladı. Dijital çağ, ellerimle oturup düşündük. Emek vermezsek şu dijital çağın araç gereçlerini öğrenemezsek, yenikliklere ayak uyduramayız düşüncesiyle çalıştık, emek verdik. Ve bilgisayar, sosyal medyaya merhaba dedik. Şimdilere dijital çağ adı verildi. İnsanlık gelişeceğine giderek geriledi. Ellerinin marifetlerini otomasyona,makinelere devretti. Bütün dünyada artık büyük ressamlar, büyük besteciler. Büyük yazar ve şairler yetişmiyorsa bunun suçunu da ellere yüklemeyelim. Emeğin hor görüldüğü, ellerin marifetinin salt politikacıların konuşmalarında etki arttırıcı bir unsur olarak kullanıldığı dijital çağı sevemedim.
Yazıyı dünya edebiyatının en seçkin tiyatro yazarı ve şairlerinden William SHAKESPEARE’in ünlü bir sonesiyle sonlamak istedim. Türkçeyi en iyi kullanan şairlerimizden Can Yücel’in çevirisinden birlikte okuyalım “66. Sone”
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni;
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez,
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kız-oğlan- kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e:
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
Evrensel'i Takip Et