27 Mayıs 2018

Bu mektubu, size zahmet elden ele gençlere...

DİĞER YAZILARI

Genç arkadaşım merhaba,

Bu pazar iki kelam edelim istedim, ahkamdan saymazsan sevinirim, gel adına dertleşmek diyelim.

Biz, ömründe başka hükümetler görmüş, koalisyonlar yaşamış, 18 sene önce milenyuma giriyoruz diye pek heyecanlanmış bir önceki nesil olarak, bir hayali gerçek yapmak peşine düştük. Sana ihtiyacımız var. Derdimi dökeyim, halimizi izah edeyim istedim.

24 Haziran’da hem yeni meclisi seçeceğiz hem de yeni cumhurbaşkanını.

16 Nisan 2017’de referandumdan çıkan sonuca göre sistem değişiyor. Biliyorsundur ama ben kısaca hatırlatayım. İnsanız, bazen en elzem şeyler bile çıkıyor aklımızdan ya da alışıveriyoruz.

Artık cumhurbaşkanı tarafsız olmak zorunda değil. Bir partiyi ve ülkeyi aynı anda yönetebiliyor. Bu da aslında kocaman bir tek seslilik demek oluyor. 

Başbakanlık kalkıyor. Şimdi belki diyorsun ki “ne işe yarıyordu?​” Başbakanlık eskiden hükümetin ve iktidarın başıydı. O kadar eskiden beri ki ta 1. Murat’tan yani. 1300’lerden beri benzer bir koltuk, yönetimde mutlaka olurdu. Düşün kaç yüz yıllık sistemi siliyoruz, monarşide bile yerini koruyan bir koltuğu yok ediyoruz.

Cumhurbaşkanı ile başbakan bambaşka siyasi geleneklerden gelebilirdi. Yeri gelir cumhurbaşkanı ile farklı düşünürdü. Bu da bizim çıkarımıza bir denge unsuru olurdu.

Başbakan gidince bütün meclis cumhurbaşkanı denetimine kalıyor. Meclis kanun hükmünde kararname çıkarmayacak da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi olacak.

Kendi yardımcılarını, bakanları da o atayacak. Bunlara itiraz mercii yok. Bizim de bir söz hakkımız yok.

Eski anayasaya göre, meclisin yarısının katılımı ile bakanları ve başbakanı düşürebilmek için gensoru verilebilirdi.

Yani mecliste muhalefet de etkin yer aldığı zaman, her hükümet ayağını denk almalıydı. İcraatlarına dikkat etmek zorundaydı.

Artık bu yok. Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanları hakkında da gensoru verilemiyor. Şartsız ve koşulsuz, oraya çıktıkları günden itibaren her dedikleriyle ve yaptıklarıyla çekeceğiz.

Meclis bütçeye de karışamıyor. Paranın bütün yönetimi cumhurbaşkanında. Para dediğimizi biz veriyoruz. Çalışırsak maaşımızdan daha bize gelmeden kesiliyor, tüm faturalarımızın içinde cebimizden alınıyor. Ama biz nereye gittiğini asla soramıyoruz.

OHAL de cumhurbaşkanı yetkisinde, isterse ömrü vefa ettiğince OHAL koşullarında yaşatabilir bizi.

Bu ne demek? Bu bir gün bile gerçekten normal bir hayat sürememek demek. Birileri dilerse kapımızı kırıp evimizi arayabilir, işimizden sorgusuzca atılabiliriz, pasaportumuza el konabilir, yurt dışına çıkışlar yasaklanabilir, mal varlığımıza (evet bankadaki 3 kuruş bile olsa) el konulabilir, yargı süremiz yılları bulabilir, her istendiğinde bir suçlu gibi kimliğimizi göstermek, üzerimizi ve aracımızı aratmak zorunda kalabiliriz. Asla elimiz cebimizde, kimliksiz sokağa çıkma özgürlüğüne sahip olamayabiliriz. Bunun için politik biri olmamıza gerek yok. Sizi arayan emniyet mensubunun mutsuz bir günü olabilir, biri bilenip iftira atmış olabilir. Muhbir çıkabilir korkusuyla kimseyle samimiyet kuramadan, hep içimize attığımız bir yaşam demek bu.

Büyük şirketler batsa bile iflas ilan edemez, borç yükü artmaya devam eder, finans dünyası ile ilgili hiçbir şeyi tam bilemeyiz çünkü OHAL şeffaflık önünde devasa bir duvardır.

Üstelik yeni yasaya göre bir cumhurbaşkanı 15 sene görevine devam edebiliyor. 15 sene önceki halinizi hatırlayın, bu süre çok uzun.

Buraya kadar okuduğun için teşekkür ederim. Bunlar olmak zorunda değil.

Biraz da seninle ne değişir onu konuşalım. İşin güzel yanı burası.

Demokrasi gelir seninle, oyunla yeni bir cumhurbaşkanı seçersin ve bunu “parlamenter sistemi geri getirme vaadi”ne sahip olanlar arasından yaparsın.

Mecliste çok seslilik için oy verirsin, ne kadar muhalif ses olursa o kadar çok temsil edilebiliriz.

Hiçbir şey bitmedi, her şey yeni başlıyor. Bambaşka bir dünya mümkün. Eğer bu seçimde yeni bir cumhurbaşkanı seçilir ve çok sesli bir meclis kurulabilirse neler değişir?

Siyaset çok karmaşık, fazla bilinmezli, soru sormanın tu kaka olduğu, milyarlarca liranın oradan oraya akıp durduğu, takım elbiseli bazı adamların kapı arkasında pazarlıklar yaptığı ve ekran önüne çıkıp bizi azarladığı bir şey değildir.

Siyaset ne kadar şeffaf olursa o kadar özgür oluruz.

Sıkıcı ve tehditkar olmak zorunda değil, güler yüzlü ve dürüst olabilir. 

OHAL kalkar. Bununla birlikte pek çok hak ve özgürlüğümüz geri gelir.

Mesela üniversiteler bölünmesin diyebilirsin, bunu bağırarak da söyleyebilirsin hatta okulda kalabalık ama barışçıl bir yürüyüş bile yapabilirsin.

Üniversitelerin bölünmesini geçtim, yemekhanedeki yemek kalitesini beğenmiyorsan ya da pahalı buluyorsan bunun için bile sesini çıkarabilirsin. Ve değiştirirsin. Bu senin hakkın.

Bütün bir gençliği sınav sistemi değişikliğine heba etmek zorunda değilsin. Kazanmanın çalışmakla ilgisi olmadığını düşünme.

Liyakat, adalet geri gelirse bütün mülakatlardan geçebilir, sınavlarda hakkın olan sonucu alabilirsin.

Para kazanabileceğin bir işe göre ya da sırf puanın ona yetiyor diye bölüm seçmek zorunda değilsin. İstediğin bölümde okumak senin hakkın.

Yeteneklerini para etmediği kaygısı ile göz ardı etme. Bu ülke balet olsun diye bursla yurt dışına öğrenci gönderdi zamanında, yine gönderebilir. Senle değişir. 

Bakma TÜBİTAK’ın hoşaf projelerine ödül verdiğine. Kurumlar kalır, yönetimleri değişir.

O TÜBİTAK’ın dergilerinden öğrenmiştik biz deney yapmayı. Derdin bilim olsun yeter ki, tekno-kentlerde sana laboratuvarlar da bulunur, yarışmalara da girersin.

Göğsümüzü kabartmanı çok isteriz, Times’in kapağında resmini bile görebiliriz. Biz hayal edebiliyoruz, sen de büyük düşünmeye ne dersin?

Oyunculuk eğitimi için İngiltere, müzisyen olmak istiyorsan mesela Viyana ya da bale için Rusya.

Senin yeteneğin hepimizin gururu olur. Ailenin bütçesi ile sınırlı düşünmek zorunda kalmamalısın. Ailene maddi yük olmanın verdiği ağırlık omuzlarındayken, hızlı koşmak mümkün değil, biliyorum.  Ama devlet de aslen bugünler içindir. 

Sen kendine güven yeter. Gelecekteki çocukların içinse, en iyi eğitimi kendi ülkesinde alabileceği bir ülke hayal et. Üniversitelerimiz yine dünyada ilk 500’e girebilir.

O aydın insanlar, akademisyenler yeniden okula dönebilir.

Kimseye sanatın, sporun, bilimin önemini anlatmak zorunda kalmadığın bir dünya düşün. 

Bir yerlerde bir tanıdığın olmadan da burs alabileceğin bir hayat uzak değil.

Çalışmak zorunda kalmış olabilirsin. Hiçbir çalışma can pahasına olmamalı bu dünyada. İşçi güvenliği sağlanmış, denetimleri hiç aksatılmamış bir işyerinde, sendika ile kendini korumaya aldığın, tüm haklarını kazandığın bir çalışma hayatı olabilir. Olmadığı gün, grev hakkındır. Anayasal hakkın. Kullanırsın, değiştirirsin.

Bu hayal değil.

Kadınsan, hayatını bir ayıp şemsiyesi altında yaşıyorsundur. Bu, böyle kalmak zorunda değil. Bak eski fotoğraflara, ne kadar özgürdü bir zamanlar kadın bu toplumda.

Sokağın sesine göre değil, gönlüne göre giyinir insan. Kendini iyi hissettiği kıyafetle dik yürür. Dilediğini giyebilmelisin. Güzergahını güvenlik önlemleri belirlemez, kestirmeler senin de hakkındır.

Sevmiyorsan, bırakır gidersin. Hiçbir ayrılığın canla ilgili bedeli olamaz.

Kimse karışamaz kahkahana, bunu ayıp sayan dönsün kendi kıçına gülsün. 

Dilediğin işi yaparsın, sana uygun görüleni değil. Ve çatır çatır alırsın bir erkekle eşit ücreti.

Dilersen uçak kullanırsın dilersen tren, istersen sahnelere çıkarsın istersen memur olursun. 

Kimse sorgulayamaz senin anneliğe ayırdığın vaktini ya da neden anneliği tercih etmediğini. Hayat senin, beden senin, irade ve fikir senin.

Çimenlerinde uzanacağın parklar olmalı, bulunmaz sanılan kitaplara ulaşabileceğin kütüphaneler, filmlerde gördüğün gibi sen de koşabilmelisin orman yollarında. 

Kaç yıllık suyumuz kaldı diye okurken makalelerde, çaresiz hissetmemelisin. Hiçbir enerji şirketinin kârı, hiçbir yol, oksijenimizden, suyumuzdan daha önemli değil. 

Seni çocukken bile kandıramadılar. Ne bir şekerle susturabilmişlerdir, ne de attaya gitme bahanelerini yemişsindir.

Kandırılmak kaderin değil. Hayat kaderden ibaret hiç değil. Senin ellerinde. Değiştir.

Biz de böyle insanlar değildik. Daha sıcak, daha güler yüzlüydük. Bakma şimdi endişe akıyor herkesin suratından. Böyle tanınmaz derecede cahil değildik hep, biz hep birlikte buz pateni izlerdik TRT’de bir zamanlar inanabiliyor musun? Klasik müzik dinlerdik pazarları aynı TRT’de sabah kuşağında. Seçim dönemi tüm parti başkanları bir açık oturumda buluşurdu. Bazen hepsi bir ağızdan konuşurdu. Komedyenler de ertesi gün çıkar televizyonda, taklidini yapardı bunların. Mizah dergileri acımasızca eleştirirdi. Çok komik çizerlerdi liderleri. Güler geçerdi onlar da.

Kimse komik çizildi diye birini dava etmiş de değildi. 

Çalışınca olacağına da inanmıştık biz, çok isteyince ve çalışınca yapabiliyorduk da. O zamanlar kimsenin aklına 20 yıllık emeğinin, kariyerinin bir günde, bir imza yüzünden sona ereceği gelmiyordu. Köyden çıkan akademisyen, çobanlıktan gelip ülke yöneten, tarladan çıkıp dünyaca ünlü müzisyen olanlar vardı önümüzde.

Aşk filmleri izlerdik bir de savaş dizilerinden ziyade. Sevmek, sevilmek ayıp değildi. İzlediğimiz filmlerde, okuduğumuz gazetelerde kadınların boyunları elleri sansürlenmezdi.

Sevgiyi unutturup, şefkatten uzaklaştırıp, güveni yıkıp tarumar ettiler bizi de.

Eşi kendinden hep bir adım geride duran, bakışlarında seven insanın huşu dolu dalgınlığını hiç görmediğiniz, hiç aşık olmamışcasına sert adamlar iktidarında kaldık nicedir.

Babamızdan işitmediğimiz azarı yedik bunlardan. Ne yapsak yanlış oldu, bir gün takdir görmedik. “Ne soruyorsun ki?​” dediler, “sana ne?​” dediler.

Bilmesinlercilik aldı başını gitti.

Böyle olmak zorunda değil.

El ele tutuşmayı bilmeyen ne bilsin içimizdeki bahar özlemini?

Bir gün kalpten sevmeyen anlayabilir mi kalbimizdeki fırtınaları? Hiç rüzgara doğru koşmamış, bir dostuyla kahkahalar atarak yürürken, birbirlerini omzundan dürtmemiş, o çok hoşlandığı insanın kolu koluna değdiğinde içinde volkanlar patlamamış, bisikletle kendini yokuş aşağı vurmamış, bir enstrümanın tellerine dokunup da hiç nota bilmeden sevdiği şarkıyı çıkarmaya çalışmamış, herkesin içinde kendini tutamayıp da sevgilisini öpüvermemişler, bizim bu hayattan ne istediğimizi ne bilir?

Okumamış anlar mı hiç okumanın keyfinden?

Hayal değil. Hepsi bir arada bir anda olmaz belki ama iş bizdedir. 

Talep edersek açılır kapılar. 

Ses çıkarmak anayasal hakkımızdı, biz isteyince yeri gelir kırılırdı kapılar.

Yine yapabiliriz.

Sen de varsın artık, çok lazımsın bu sefer. 

Sana güveniyoruz. 

İnsan yaşlandıkça, hayatı kabullenir olmuyor. O yüzden alışırım nasılsa, uğraşamam deme. 

Bak bize, içimizde bir özgürlük isteği, dizginlenmez şekilde haykırıyor.

Göreceksin her şey değişir, her şey güzelleşir.

Hem bu sefer bileceksin ki senle değişti.

Bu maceraya, bu değişime var mısın?

Birlikte gidelim sandığa. Evde tırnakları kemirip sonuç beklemekten yeğdir sandık beklemek. Bir adım daha atmak istersen, seçim güvenliği için partiler hazırda bekliyor, diğer gönüllüler de burada:

Seçim Süreci Meclisleri, Oy ve Ötesi, Memleket Biziz, Sensiz Olmaz Hareketi…

Değerli pazarından bana da zaman ayırdığın için teşekkür ederim.

Sevgilerimle...

Evrensel'i Takip Et