‘Şahlanış ve Türkiye vakti’ mi? - 5: Temel sallandı kalkan zayıfladı
Bugün yaşananlar...
Hükümetin iktidara geldiğinde elinde bulduğu IMF programını, miadını doldurmasına rağmen sürdürmesinin bir sonucu.
Oysa ucuz dövize dayalı politika...
ABD’de faizlerin yavaş yavaş arttığı...
Piyasaya bol para pompalamaktan vazgeçildiği...
2013 yılından sonra terk edilmesi gerekiyordu.
Hükümet ise tam tersini yaptı. Krediye-borca dayalı ekonomi programında ısrar etti.
Bundan önce iki kere (2014 ve 2016 yıllarında) tıkanan model işler hale gelsin diye... Kredi musluklarını, ‘Verilen krediler ödenmezse ben ödeyeceğim’ diyerek, devlet garantisinde ardına kadar açtı.
Karşılığında ekonomi canlanmasına canlandı. Fakat, dünkü yazıda bahsettiğimiz gibi, sorunlar büyütülerek geleceğe ötelendi.
Şimdi sistem yine tıkandı! Daha önce iki kez yapılan kanal tedavisinin yine yapılabilmesi zorlaştı.
Hükümetin tıkanan programda ısrar etmesinin anlaşılır bir yanı vardı elbet de.
Sadece “kemer sıkma” tedbirlerine dayanmayan program, sağlık hizmeti, nakdi yardım vb. yöntemlerle yoksulları kapsama alanına alıyordu.
Yani programın yoksulları iktidardaki partiye bağlayan bir yapısı vardı.
Modelinin temel özelliklerinden biri de...
Kredi kartı ve krediler aracılığıyla, düşük gelirlerin de, parasal kapsamaya alınmasıydı. Böylece sabit ve düşük gelirlilere gelirinin üzerinde harcama olanağı bir seçenek olarak sunuluyordu.
Yoksula zenginmiş hissi uyandıran bu parasal kapsama AKP’ye seçmen desteği için elveriş bir alan açıyordu.
Üstelik de yoksullar örgütsüzleştirilerek kapsama alanına alındığından, emekçileri güçsüzleştiren bu süreç, aynı zamanda siyasi istikrar üretme işlevi de görüyordu!
İktidar için ‘ballı börek’ olan programın sürdürülebilmesi için bir şey gerekliydi. Faiz oranları ve kurların, bireysel borçlanmayı elverişli kılması gerekiyordu.
Şimdi yüzde 18 faiz ile 4.50’lik dolar kurunun elverişli bir ortam sunabilmesi imkansız!
Soru şu: Faiz ve kurların yükselmesiyle uygulama zemini yok olan program kalkarsa nasıl sonuçlar doğurur?
Ya da şöyle soralım: “Böylesi koşullarda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Afrin operasyonuyla kaldırdık’ dediği parti teşkilatındaki metal yorgunluğu kaldırılabilir mi?
‘BAŞARI’ HİKAYESİNİN TEMELİ SALLANIRKEN...
Hükümet bugüne kadar başarı hikayesini ekonominin üzerine inşa ediyordu.
Şimdi bu en başarılı alan (ekonomi), bizzat başarı hikayesinin anlatıcılarına, bir an önce seçim kararı aldıran öcüye dönüşmüş durumda.
Bir savunma hattı çöktü aslında!
Hükümet, yaşadığı her sorun, her olumsuzluk, her politik sıkıntı karşısında hep aynı savunmayı geliştiriyordu: “Türkiye ekonomisi çok başarılı. Bu başarının önünü kesmek isteyen iç ve dış çeteler ve lobiler var.”
Hükümetin söz konusu savunmasına şu tez eşlik ediyordu: “Türkiye’de ekonomi çok iyi gidiyor. Bir ülkede ekonomi iyi gittiği sürece diğer toplumsal sorunlar bir hükümetin yeniden seçilmesini engellemez.”
Tez karşısında...
‘Kriz gelsin iktidar gitsin’ kolaycılığına sarılanlara...
Kendiliğindenciliğe savrulanlara...
Uyarımız şu olurdu: Krizler iktidarları otomatik olarak değiştirmez. Değişiklik için nesnel bir itiraz, örgütlü bir karşı duruş gerekir!
Şimdi de şu iki noktaya bakılması gerektiğini söylüyoruz: İtirazı olan yüzde 50’ye doğru genişlemeyen iktidar partisi acaba bir çözülme yaşıyor mu? Bir de, muhalefet itirazları ve varsa çözülmeyi ne kadar kurumsal hale getirebiliyor?
‘İSTİKRAR’ TILSIMINI YİTİRKEN...
Sadece hikayenin temeli değil...
Aynı zamanda...
Seçmenin yüzde 80’inin şu ya da bu şekilde ‘borçlu’ olduğunu (kredi, banka, vergi, araba taksiti vs.) ve bu yüzden de her şeyden çok ekonomik gidişatı önemsediği...
Sırf bu nedenle “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün” sloganının seçmen nezdinde etkili olduğu...
Ekonomi iyi kötü dengede olduğu durumda, ‘maceraya’ girmeyip ‘istikrar’ dediği...
Kendi hayatını etkilemeyen, çok uzaklarda, iş yapan bir iktidarın katlanılması gereken ‘dikeni’ olarak gördüğü yolsuzluğun etkilemediği...
Anlatılan başarı hikayesinin kalkanı ‘istikrar’ da tılsımını yitiriyor.
15 yıldır iktidarın vardığı noktada artık ekonomik, siyasi ve toplumsal bir krizin bayrağı dalgalanıyor.
Mesela...
‘İstikrar sürsün faiz yükselmesin’ karşılığı yok.
Kredili ev satışları düştü. Bankalara ev kredisinde faizleri düşürmesi emredildi. Konut satışları yeniden arttı. Gel gör ki Merkez Bankası faizleri artırınca ‘zarar’ yazmaya başladı uygulama.
Örneğin...
Toplu sözleşmede aldığı zammı, hayat pahalılığı karşısında üç ayda kaybeden metal işçisi için... Gelirinde ‘istikrarın’ kaybolduğu koşullarda, anlamını yitiriyor iktidarın ‘istikrar’ vurgusu.
Kredi borcunu mağduriyetlerinin her gün çoğaldığı...
Yetmezmiş gibi bir de faizlerin arttığı durumda...
Bundan böyle ev ekonomisinde verilen açık kredi ile nasıl stabil hale getirilebilir ki?
Şimdi ‘istikrar’ ve ‘başarı’ yitiminin toplumsal karşılığı ne?
Tartışacağız!
Devam edecek: Zemin sallanıyor, metal daha da yoruluyor!
KONTROL KAYBEDİLDİ!
Şunun şurasında 15 gün kalmıştı.
Ama beklenemedi.
15 gün içinde faiz, iki kez yüksek oranda artırıldı.
Oysa ‘reis’ seçim sonuna kadar beklensin istiyordu. Faiz artırılmasın istiyordu. Hatta, ‘24 Haziran’dan sonra indireceğiz’ diyordu.
Ol(a)madı!
Merkez Bankası önceki gün faizi 17.75’e çıkardı.
Piyasada faizler 18’i aştı. Bu oranla Türkiye dünyanın en yüksek faize sahip 5. ülkesi (İlk dört: Arjantin, Surinam, Venezuela, Haiti) oldu.
Türkiye enflasyonda da en yüksek 10 ülke içerisinde.
Ekonomi bir sarmala girdi; Kurlar yükseldi diye enflasyon yükseldi, enflasyon faizi tetikledi.
Faizler yükselince, kurlar yükseldi. Kurların yükselmesi döndü tekrar yüksek enflasyonu tetikledi.
Hükümet kontrolü kaybetti.
Bir kriz ortamı oluştu. İki yüksek maliyet birleşti, ekonomi yüksek faiz ve yüksek kur cenderesine girdi.
Durgunluk alametleri baş gösterdi: Koca koca şirketlerin borç yapılandırmasına yönelmesi. inşaat sektöründeki düşüş eğilimi ve iflaslar. imalat sanayiinde gerileme vs.
Ekonomik durgunluk ortamında yüksek enflasyon hali! Ekonomideki bu tıkanma ülkenin emekçileri ve yoksulları için hayatın daha da ağırlaştığının göstergesi.
Evrensel'i Takip Et