10 Haziran 2018

Göğe doğru yükselen bir soru büyüyor kentte: Sulanmamış çiçeklerin tarihini kim yazacak? Sökülmüş ağaçların rahminde büyüyen boşluğa kim yanıt olacak ve rengi solmuş hüzünler hangi parkta dinlenecek?

Bunu yazma, diyor içimde büyüyen kış. Bundan şiir çıkar, bu sorular şiire dair. Oysa düzyazı sonu olan bir yolculuk nereden baksan. Terleyen bir şarap kadehinin yanıtı değil bunlar. Üşüyen bir ayrıntının dağınık saçları ya da ünlem dolu cümleleri hiç değil.

İşte hapishanedekine yazdığın mektuplar yanıtsız, yıldırım telgrafların karşılığı yok, bir suskunlukla var ediyor kendini voltalar. Uzun, upuzun bir dalgınlık gibi iç çeken sözcükler büküyor boynunu. Bir kayın ağacı küsüyor dallarına. Ayakkabısının topuğunda bir mermi izi saklıyor dağ daha ilk günden.

Orada, camın bu yanında güle sorduğun sorunun da yanıtı yok; yolma bakışlarınla yapraklarını. O beyaz kendini saklamak için. Onu sev, ona güven ve yarını beklemeden yola çık onunla. Ki kaldığın her an öfke dolu bir geçmişin saklısında sustukça onaramıyor kendini. Ona git, ondan gitme, onunla git ve birlikte çekip gitmek biriktir onunla.

Koynunda seni saklayan gece bir şarkının ezberi oldu nicedir. İncinen ve kendini yeniden incitmek için nedenlerini çoğaltan ne varsa soru sor ona. Yanıtsız kaldığın her soruda Elâzığlı arkadaşlarına danış. Bir çiçeğin boy vermesi gibi sokaklara bakıp içlendiklerini ve yağmura rağmen umudu damıttıklarını anımsa. Kale duvarına yazılmış bir yazıdan geriye kalan neyse onu ver geniş ovaya. Çayı avuçladığın gibi avuçla onlarla birlikte taşı.

Çaycuma’da ya da Zonguldak’ta bir sabah nasıl yakalandın yağmura. Çam ağaçlarının gölgesinde huzuru ve isyanı çoğaltan insanlarla şiiri konuştuğunu düşün. Ki geceden sabaha kalan ne varsa gelecek zamana dair bir tılsımı fısıldıyordu kulaklarına.

Kaç zamandır afet, kaç zamandır görüş günü, kaç zamandır Cumartesi bu ülke. “Seni baharmışsın gibi düşünüyorum” diye içinden geçirdiğin şehir kaç zemheriye neden oldu kalbinde. Doğrul ve güneşin doğduğu yere dön yüzünü. Dirseklerini topladığın masalarda birikmiş hikâyelerini armağan et o mahcup güle.

Bir sabahın olmadık saatinde olmadık bir kentte uyanmadın mı sen? Mırıldandıkça uzun, seslendikçe uzak olan o kent bozkırın nesiydi? Cemal’in üvey annesi olan o kentte sabahladığın gelsin aklına. Kayıp bir günün sağrısında biriken ter miydi, gözyaşı mı bilmeyeceksin asla. Sonra çıkıp yollara vurduğun gelsin aklına. Kaybolmak için elini tuttuğun kadın “Göçebe” şiirine götürsün seni. Bundan masum bir kumaş biç ömrünüze. Falında yol çıkar diye içmediğin kahveler gelip dikilecek karşına unutma.

Tut ki gitmek düştü aklına. Nerede, hangi koyakta konaklayacaksın? Ateş yaksan şelaleyle kuşatır devlet seni. Sussan hücre. Hani duvara “ketıl” çizsen vay haline. Adile Naşit mi dedin? “Neşeli Günler”den kalma bir yağmaya dönüşür düşlerin iktidar katında. İşin kötüsü buzdolabı da var evde.

Omuz boşluğunda kimin uykusunu çoğalttığın gelsin aklına. Bir gün Karaburun’da olmayı hayal et, bunu iste. Bedreddin’den Çubukçu’ya çoğalsın sümbüller. Üzüm ezen topukların şarabına inan. Kimin çocukluğu büyüdü o kasabada? Tut elini. Ona git, ondan gitme, onunla git ve birlikte çekip gitmek biriktir onunla.

Nereye? Büyük bir soruya belki, ne önemi var? Ülkü Tamer’in armağan ettiği bir teşekküre, neden olmasın? Dolu yemiş eriklerin böğründe büyüyen yaraya, evet. Komşu bahçeden çalınan akşamın kirazına. Suya ve duru olana.

Sonra bekle. Uzun yola çıkanların sabrı bir kasnağı nasıl çatlatırsa öyle. Tığ saplanmış bir ten nasıl iyileştirirse kendini.

Günlerden Cumartesi anne sen bir gülü öp uyandığında

Bir dalgınlık akıyor Eskişehir’in içinde, şairler mahcup

İstanbul tekin değil, göç yolu nicedir her sabah sokaklar

Ankara’da bir aynanın içinde saklanıyor kaçaklar

İşte böyle böyle doğrul ve su yollarına çıksın yolun. Toprağa aç bir obruk gibi, suya dahil ol. O derinliği sor zamana. Aniden ve güçlü gelen o derinliğin yanıtına soru sor. Longoz nedir, insan nerede derinleşir ve taşar? Sonra, evet işte sonra o şelalenin sana dair olduğu gelsin aklına. Hatta neden ve hangi gerekçeyle silinmiş olabilir ki hafızandan. Bir akşamdan bir sabaha masanda ne kadar ekmek varsa tavuklara taşıyan çocuğun sevincini paylaş. O çocuğun hesapsız kucaklayan kollarını. Orada birbirine kenetli ve birbirinden kaçan gözlerin kederinde çoğalan aşkı yaz not defterine. Akdeniz, ne büyük armağan bize. Oysa Ege’ye dahilim nicedir ben.

İçinden “aman” ya da “nanay” geçen şarkılara aban. Bir çocukluk düşü gibi çekip gittiğin ve evsiz bıraktığın ne varsa hayret et kendine. Çıkmaz sokaklara yeni adlar bul.

Zeytini düşle ve ev içlerini; çekmeceleri, perdeleri…  Ona git, ondan gitme, onunla git ve birlikte çekip gitmek biriktir onunla.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et