10 Haziran 2018

TRT, sadece nostalji, demode bir yayıncılık fikri mi?

Muharrem İnce TRT’nin kendisine ve diğer adaylara tanımak zorunda olduğu 10’ar dakikalık propaganda hakkını “Alın sizin olsun, sen beni hiçbir gün konuşturma, sonra çağır, istemiyorum” diye reddetti. TRT’nin yayın politikası düşünüldüğünde haklı mı? Haklı. İnce’nin TRT’nin 298 No’lu Kanun gereğince kendisine tanınan ve10 dakikayı geçmeyen iki konuşmaya ihtiyacı var mı? Elbette yok. Ben olsam yekten reddetmek yerine çıkıp TRT’nin ve yayıncılık ortamının nasıl özgürleştirileceğini anlatır, hiç olmazsa A Haber’den hallice TRT’de böyle bir konuşma yapmanın keyfini çıkarırdım zira açıktan suç teşkil etmedikçe içeriğine karışılamayan yayınlar bunlar.

Ne zaman TRT’den ya da daha genel anlamda kamu yayıncılığının öneminden bahsetsem beni bunun mümkün olmadığına ikna etmeye çalışan, espriyle eski kafalılıkla itham eden arkadaşlarım var. Namuslu’daki Ali Rıza Bey (Şener Şen) gibi “Biz niye böyle olduk Naciye?​” şaşkınlığında değilim kuşkusuz ama hep Ayşen Gruda’nın “Daha önce neydik ki?​” cevabını alıyorum.

TRT hiçbir zaman değil ideal, ideale yakın bir kamu yayıncısı profili çizmedi. 1971’de kaldırılan kısa süreli özerklik dönemi dışında asla Anayasa’da tanımlandığı gibi tarafsız olamadı. Çünkü tarafsızlık ancak idari ve mali özerklikle mümkün, onu da hiçbir iktidar istemedi. Bugün TRT’nin geçmişini arşivlerden nostaljiyle anıyoruz ama her daim, “Uykudan Önce” hevesle beklediğimiz Adile Naşit’in Ermeniliğini gizleyen, Ertürk Yöndem’in “Anadolu’dan Görünüm”ünü gözümüze sokan bir yayıncılık anlayışı hakimdi. AKP, TRT ve Anadolu Ajansını çok bariz birer propaganda aracına dönüştürdü. İktidarı döneminde kadrosunu ve yetkili sendikayı tamamen değiştirdi. Kendi yazdığı kitabı yalanlayan gazetecileri yönetici yaptı, liyakati hiç umursamadı, kendi imkanlarını bırakıp dış yapımlara para akıttı, bu zamana kadar kimler TRT’den nemalandı hiç öğrenemedik çünkü denetim raporları bizlere kapalıydı. Bugün TRT’nin ne kadar zarar ettiği dışında bir bilgiye ulaşamıyoruz. Bunlar bilinen en azından akademide sıkça tartışılan konular ancak bu derece gündeme gelmesi ancak seçim dönemlerinde oluyor. Çünkü TRT’deki çürüme ancak seçim döneminde muhalefet partilerine yer vermediğinde görünür oluyor ve haber değeri taşıyor.

TRT’yi bu denli hedef haline getiren kamu tarafından finanse ediliyor olması. Her birimiz her ay elektrik faturalarındaki TRT payını ya da bir elektronik cihaz alırken bandrol bedelini gördüğümüzde fark ediyoruz TRT’nin patronu olduğumuzu. Elektik faturamızdaki 14-15 lira dağıtım bedelini umursamıyoruz ama 50 kuruşluk TRT payı sinirimizi bozuyor.

Oysa iktidarın yüzde 90’ına hakim olduğu medyanın tümünü kamu bankalarından alınan krediler, Basın İlan Kurumu eliyle adaletsizce dağıtılan ilanlar, siyasi baskılarla verilen özel ilanlar yoluyla dolaylı olarak da olsa yine biz besliyoruz. Üstelik yayın politikalarına itirazımızı yalnızca izlememek ve gördüğümüz yerde protesto etmekle gösterebiliyoruz.

Mükemmel kamu yayıncılığı örnekleri yok elbette. BBC’nin yayın politikasını dahi türlü haklı gerekçelerle eleştiriyoruz. Ancak kamu yayıncılığı, evet bugün hâlâ, ticari yayıncılığın dışladığı siyaset, edebiyat, sanat ve müzik türlerinin yaşaması, izleyici ve dinleyici ile buluşması, onları dönüştürmesi için bir fırsat. TRT’yi daha demokratik, çok sesli, çok daha özgür bir hale getirmek ve yayıncılığını kamu adına denetlemek mümkünken neden gözden çıkarıyoruz ya da bu şartlarda yine bizim finanse edeceğimizi bile bile iktidara yakın olmak isteyen bir sermayedara satmayı düşünüyoruz anlamıyorum.

BOURDAİN DÜNYAYA HİKAYELERİYLE LEZZET KATAN BİR AŞÇIYDI

Anthony Bourdain benim için önemli bir yazardır. Yazardır diyorum çünkü önce Oğlak Yayınları’ndan Dost Körpe çevirisiyle çıkan “mutfak sırları: aşçılık dünyasından mahrem maceralar” kitabına vurulmuştum. Kaç kez okudum, kaç arkadaşıma hediye ettim sayısını unuttum. Sonra “No Reservations”ın müptelası oldum. En son da CNN’de yayımlanan Parts Unknown’un. Takip edenler bilirler, Bourdain’i okumak ya da izlemek onun ailesini, arkadaşlarını, çevresini tanımaktır aynı zamanda. Kendisini gizlemez, içinden geldiği gibi davranır, ağzından küfür hiç eksik olmaz. Bir kentin tarihini, kültürünü bazen sokaktaki bir tezgahta, bazen en şık restoranında dinler; cahilce bir merakla değil, insan hikayelerine odaklanan entelektüel bir ilgiyle. Konuştuğu kişilerin, kültürünü, dilini, geleneklerini küçümsemez, dalga geçmez. Ön yargılarının çoğunu cehenneme benzettiği, sıcak, acılı, acımasız mutfaklarda bırakmıştır. Kimseye şirin görünmek gibi bir derdi de yoktur. Kudüs’te çekilen Parts Unknown’da Beytüllahim’e geçip Duvar’ın arkasını bir hapishaneye benzetmiş, Gazze’deki ablukayı popüler kültür seyircisine göstermişti. Yazar Amer Zahr “Dün akşam CNN’de inanılmaz bir şey oldu, Filistinlilerin insan olduğu gösterildi” demişti. No Reservations’ın 2011 ağustosunda yayımlanan bölümü Irak Kürdistanı’nda geçiyordu. Peşmerge köyünde, yer sofrasında Kürtlerin özgürlük hayallerini dinlemişti. Yüzlerce program içinde takip edenlerin illa ki bir favorisi vardır. Benimki Girit’te rakı ile sarhoş olduğu programdı.

Çok iyi bir hikaye anlatıcısıydı. Uyuşturucunun ve alkolün esiri olduğu bohem hayatını şöhret ve para için değil aslında yazar olmak için terk ettiğini düşünürüm. Milyonlarca insanın ufkunu açtı. Yazardı, seyyahtı, yemek yerdi ve çok daha fazlasına açtı. Yılda 200 günden fazlasını seyahatte geçiriyordu. Dünyanın en iyi işine, en güzel hayatına sahip olduğunu sanıyorduk. Nedendir bilinmez bu sefer bilinmeyen bir yere yine habersiz, rezervasyonsuz gitti. Çok özleyeceğiz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et