Uzun ve yorucu bir kışın ardından, biraz olsun çekilmek, uzaktan bakmak ve dinlenmek için şehirden, memleketten ayrılmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum bir haftadır. Uzaklaşmak memleketi yüreğimde hissetmeme, yüreğim ağzımda olanları izlememe engel olamıyor elbette. Özellikle Suruç’ta yaşananlar ve sınırlı bir ortamda paylaşılan bazı bilgileri büyük bir hata yaparak onay almadan paylaşmış olmam üzerine epey düşünme olanağı buldum. Dostlardan özür dilemeliyim hiç kuşkusuz, ancak Kundera’yı anarak başlayınca, “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, belleğin unutmaya karşı verdiği mücadeledir” sözüne atıf yapmadan geçmek de mümkün değil bu durumda. İnsan hakları mücadelesinin temelinde de toplumsal belleğin diri tutulması, hakikatin her koşulda ortaya çıkartılması vardır.

Aydın Selcen’in yazılarından birinde önerdiği Thomas E.Ricks’in Churchill and Orwell: The Fight for Freedom (Churchill ve Orwell: Özgürlük Mücadelesi) isimli kitabını okuma olanağı buldum bu hafta uzaklarda. Kitabın  son sözünde nesnel gerçekliğin varlığını vurgulayan ve bir konuya ilişkin hakikatin insanların görüşünü değiştireceğine dair yazdıkları da hakikati ortaya çıkarma sorumluluğu üstlenmiş bir adli tıp uzmanı ve elbette insan hakları mücadelesinin içinden biri olarak benim için  çok değerliydi.

Hakikati ortaya çıkarmak kendi kendine yapılan bir eylem değil, karşılıklı etkileşimi de zorunlu kılıyor. Hakikat paylaşılmadığında bir anlamı olmuyor. Ana akım iletişim kaynaklarında Suruç’ta yaşanan olayları dinlediğinizde farklı, adını verme konusunda kaygı taşıyan insanların aktardıkları ise farklı olaylar anlatıyor. Biri AKP’li milletvekilinin kardeşi, diğer üçü de DBP’li olduğu söylenen dört insanın öldüğü bir olaylar dizisi, anlatılan ne olursa olsun dört insanın öldüğüne dair nesnel gerçekliği değiştirmiyor. Canımızı yakıyor. Hakikate gelince, esnafın AKP’lilere karşı olmasından tefeciliğe, oradan PKK’lilerin saldırısına savrulan bir zeminde neler olduğunu ortaya koymak kolay değil. Ölümle sonuçlanmış bir olaylar dizisinde, hastaneye silahla girmek, oksijen tüpüyle bir insanın kafasına vurmak, bıçakla saldırmak ve hastane içinde ateş açmak da dâhil pek çok tanık anlatımı var.  İnsanların adlarını paylaşma konusundaki ikircikli tutumu da hakikate dair bir öyküyü barındırıyor kendi başına. Hastane içinde kameraların tahrip edildiği ifadesi de...

Hakikati ortaya çıkarmanın yolu etkili bir soruşturmadan geçiyor. İlk olayların başladığı yerde bulunan kameralardan, hastanedeki tahrip edildiği belirtilen kameralara kadar tüm kayıtlar, olay yerlerinden elde edilen mermi çekirdekleri ve kovanlar ile tüm diğer deliller ve tabii ki otopsilerde saptanan bulgular, otopsi sırasında çekilen fotoğraflar ve video yalnız resmi görevliler değil, bağımsız uzmanların da incelemesine açılmak zorundadır. Elde edilen tüm veriler kamuoyuyla hızla paylaşılarak, olaylarda sorumluluğu olduğu kuşkusu bulunanlar adil bir yargılama süreci sonucunda cezalandırılmalıdır.

Yapılabilir mi? İçişleri Bakanının açıklamaları ne yazık ki bu yönde etkili bir soruşturma yürütüleceğine dair güven vermiyor. Sorumlu bir yaklaşım benimsendiğini söylemek mümkün değil. Hakikat ortaya konmadığında toplumsal belleğin bir parçası olamıyor. Toplumsal belleği oluşturamadığımızda, toplum olma özelliğini de yitiriyoruz. Okuduğum kitapta da karşıma çıkan Milan Kundera’dan alıntılanmış;“bir toplumu tasfiye etmeye belleğini elinden alarak başlarsınız. Kitaplarını, kültürünü, tarihini yok edersiniz” sözünün yalnız bu olayla sınırlı olmayan pek çok yansımasını uzun yıllardır çok yakından gözlüyoruz. Bellek oluşturma önüne engeller çıkarma bir tahakküm biçimi olarak da okunabilir. Yakın zamanda okuduğum Politika ve Sorumluluk kitabının önsözünde sevgili dostum Nilgün Toker Kılınç’ın da söz ettiği gibi bu dünyaya kendimizi gösterme gücünü bu dünyayı düzenleme, kontrol etme gücü olarak gördüğümüzde artık dünyayı insanlar arası bir dünya olarak değil nesneler alanı olarak görmeye başlıyoruz. Ölümler de insanlar arasında ve can yakan olaylar olarak görülmekten çıkıyor hal böyle olunca. İrademizi esir alan bir şiddetle karşı karşıya kalıyoruz. Hakikat tam da irademize sahip çıkmamızın en etkili yollarından biri. Hakikate ve belleğimize sahip çıkmalı!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Başpınar'da yüzde 30 kavgası

Başpınar'da yüzde 30 kavgası

Asgari ücrete yapılan yüzde 30’luk sefalet zammı, tüm ücret artışlarına üst sınır çizen bir bıçağa dönüştü. Ücret zammı ve toplu sözleşme dönemindeki tüm emekçiler o bıçağı kemiğinde hissediyor. Antep Başpınar OSB’de de bu yüzde 30 dayatmasına karşı kavga sürüyor. Bir arada durmayı başaran işçiler kazanıyor.

Şireci Tekstil 2023’te vergi öncesi kârı 1.6 milyar TL ama 2023’te hiç vergi ödemedi. İşçilere teklifi yüzde 30 zam.

Karafiber 2023’te 6.6 milyar TL değerinde net satış geliri elde etti. Bu satışlardan “kâr etmediğini” öne sürerek vergi ödemedi.

Yalçın Kardeşler Halı 2023’te kendi beyanıyla 44.4 milyon TL vergiye esas kâr elde etti. İşçilere yüzde 34 zam dayatıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et