Bireylerin içinde bulundukları ağır maddi koşullar ve yaşadıkları sorunlara adeta meydan okuyarak karar verdikleri ve kendilerine sunulan seçenekler arasında bir kez daha otoriteden ve güçlüden yana tercih yaptıkları bir seçimi daha geride bıraktık. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal yapısında yaşanan gelişmelerin dışında

24 Haziran’da AKP, 16 yıldır tek başına sahip olduğu Meclis çoğunluğunu kaybedip MHP’ye muhtaç hale gelmesine rağmen, yeni sistemin en etkili aktörü olacak olan Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini sağladı.

Devletin, yargının ve medyanın tamamen iktidarın denetiminde olduğu, OHAL’e dayanarak yaratılan olağanüstü koşulların seçim sonuçları üzerinde ne kadar belirleyici etkisinin olduğu anlaşılıyor. Türkiye’de bütün devlet mekanizmasının AKP’nin denetiminde olması, işçi ve memur sendikalarının, patron örgütlerinin, kendini ‘sivil toplum örgütü’ olarak tanımlayan kurumların Erdoğan’ın kazanması için seferber olduğu bir ortamda, Meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından ortaya çıkan tabloda, sadece alınan oy oranlarına bakarak değerlendirme yapmak yeterli olmayacaktır. Olağan koşullarda AKP gibi bir parti ve Erdoğan gibi bir lider ile yollarının kesişmesi mümkün olmayan kitlelerin, içinde bulundukları olumsuz koşulların yaratıcısı olan AKP’yi oy oranı ve milletvekili sayısı açısından geriletirken, Erdoğan’ı yüzde 52 ile ilk turda yeniden seçtirmesi ve ittifak ortağı MHP’yi ayakta tutması, bu seçimin en dikkat çekici yönü oldu.

Seçim sonuçları, güç ve istikrar söyleminin, örgütsüz, günlük ve kısa vadeli çıkarlarıyla hareket eden, iktidar güçleri ile şu ya da bu şekilde temas halinde olanların üzerinde hâlâ belli bir etkisinin olduğunu da gösterdi.

Türkiye’de parti-devlet bütünleşmesinin tamamlanması, bütün yetkilerin tek bir kişide toplanmasını sağlarken, Erdoğan’ın ifadesiyle ülkenin ‘anonim şirket’ gibi yönetilmesinin kapıları ardına kadar açılmış durumda. Bu durumun ilk sonuçlarını başta devletin idari yapısında yaşanacaklar olmak üzere, özellikle personel rejiminde hayata geçirilmesi beklenen (sözleşmeli memurluk, performansa dayalı yönetim vb.) değişiklikler üzerinden göreceğiz.

Ekonomiden iç ve dış politikaya kadar bütün alanlarda yaptıklarıyla ülkeyi her açıdan ciddi tehlike ve tehditlerle karşı karşıya bırakanların, kendi elleriyle yarattıkları olağanüstü koşullarda ülkeyi nasıl ve ne kadar yönetebileceği tartışılır. Ancak mevcut koşullarda işlerinin hiç kolay olmadığını en iyi kendileri biliyor.

Türkiye ekonomisinde önümüzdeki altı ay içinde önce ekonomik durgunluk, ardından ciddi bir daralma yaşanması bekleniyor. Ülke açısından umut verici olan tek bir ekonomik gösterge yok. Ekonomiyi bu noktaya getiren AKP/Erdoğan ve yeni ortakları MHP’nin, yaşanacak muhtemel olumsuzlukları giderme noktasında yapabilecekleri fazla bir şeyleri de yok. Bütün göstergeler, Türkiye’nin ekonomik koşullar açısından tarihinin en zorlu dönemine girdiğini gösteriyor. 24 Haziran seçim sonuçları, karşıt çıkarlara sahip olan güçler arasındaki mücadelede doğruları ve gerçekleri savunmanın, haklı olmanın her zaman yeterli olmayacağını bir kez daha gösterdi. Haklı olduğuna inananların, yaşamın her alanında kendi sınıf çıkarları temelinde örgütlenmedikçe, kendisine sunulan seçeneklerden birini tercih etmek yerine, güçlü bir siyasal alternatif yaratılması sağlanmadıkça, her seçim sonucunda ortaya çıkan tabloyu değiştirmek mümkün görünmüyor.

Her seçim döneminde yaşandığı gibi, ülke nüfusunun üçte ikisini oluşturan emekçilerin ısrarla siyasal kutuplaşma ya da saflaşmanın bir tarafına sıkıştırılmasına karşı çıkıp, toplumda sınıf temelinde bir ayrışma yaratılması için mücadele edilmedikçe, mevcut kapitalist sistemin işleyişini asla sorgulamayan yapay siyasal bölünmeler sürdüğü sürece, yapılacak seçimlerden farklı sonuçlar çıkmasını kimse beklemesin.

Evrensel'i Takip Et