Maden, demiryol ve darbeyle kesilen yollar
“Okula gidemiyoruz. Emperyalizmin maşası eli silahlı faşist çeteler canice saldırılarını sürdürüyorlar. İyiye yaklaşıldıkça tedhişçilerin saldırıları artıyor. Sokaklarda, kahvelerde, duraklarda insanları kurşunlamakla yetinmeyip evlerin kapılarını çalmaya, yurtseverlerin, devrimci aydınların üstüne ölüm kusmaya vardırdılar işleri. Bununla da yetinmediler, bombalı paketler ve ardından organize ettikleri kargaşayla dünyayı kana bulamayı sürdürüyorlar. Aslında kafamı karıştıranlar bunlar değil tabii, çünkü emperyalizmin ilk tezgahı değil bu. Dünyanın birçok yerinde aynı oyunu oynadı, oynuyor. Benim kafamı karıştıran, faşizme karşı birleşik cephe oluşturması gereken devrimci güçlerin gün günden daha da bölünmesi. Tabii, bunun da emperyalizmin bir oyunu olduğunu gözden uzak tutmuyorum. Ancak yeryüzünde bunca örneğini gördükten, ülkemizde bunca deneyden geçtikten sonra hâlâ bu kadar kolay oyuna gelmemizi bir türlü anlayamıyorum.
Size güveniyoruz ağabey, size; işçilere güveniyoruz. Bana güzel haberler yazmanı bekliyorum. Sizin, o sade, gösterişsiz fakat doğru, sağlıklı gelişmenizden aydınlık haberler yazmanı. Geçen mektubunda ‘Biz bir yandan faşizme karşı savaşırken, bir yandan da sendika ağalarına karşı savaşmak zorundayız diye yazıyor ve başaracağız, başka çaremiz yok’ diyordun.”
Yavuz Özkan’ın yönettiği Maden (1978) filminin bir sahnesinde işçi önderi İlyas’ın düşünceleri (yukarıdaki cümleler) kafa sesiyle yansır bizlere. “Bu filmde gelişen işçi sınıfı hareketine, iş birlikçi burjuvazinin indirmek istediği darbe girişimlerini sergilemeye çalıştım. Bir kamu kuruluşu olan demir yollarındaki greve ekonomik planda hiç ilgisi olmadığı halde politik planda ilgilenenlerin oynadıklarını sergilemek istedim. Bu ana tema içinde toplumun çeşitli kesimlerindeki örnekleri alarak bu baskı, terör ve demagojiyi örgütlü ve birlik içinde püskürtmenin mümkün olabileceğini vurgulamak istedim” diyen Yavuz Özkan’ın Demiryol filmi de greve hazırlanan demir yolu işçilerinin Haydarpaşa Tren garı’nda hummalı biçimde pankartlarını hazırladığı görüntüyle başlar.
O esnada ‘zengin sofrası’ etrafında görüşme yapan yabancı sermaye ile yerli sermaye sözcüleri arasında şu diyalog yaşanır:
Yerli: Sözlerinize katılıyorum ama bazı gelişmeleri, tehlikeli gelişmeleri önleyemediğimiz açık. Bu ülkede sendikalaşmayı yıllarca önledik, geciktirdik. Ne yazık ki bütün engellemelere rağmen adamlar tüm iş kollarında sendikalaşmayı gerçekleştirdiler. Kendi sendikalarımızı kurdurttuk, sendikaları bir süre denetim altında tuttuk, bu da kâr etmedi.
Yabancı: Bunlardan haberimiz var. Aslında bütün geri kalmış ülkelerde durum aynı. Otoriter bir rejim gelmeden karşı hareketi durdurmak mümkün olmuyor. Biz şimdi demir yollarınızda başlayacak greve gelelim, bu grevler özel sermayeyi ekonomik planda ilgilendirmez. Ancak siyasi bakımdan çok yakından ilgilendirir. Bu grevlerin etki alanı çok geniştir ve çok sayıda çalışanı kapsar. Bu nedenle özellikle bu tür grevlere kesinlikle hayat hakkı tanımamak gerekir. O halde ne yapmalısınız? Mademki grevi engelleyemediniz, yararlanın bu grevden. Hepimizin şikayet ettiği karşı hareket uzun süre belini doğrultamasın.
Yerli: Biz de bunu düşündük ve esaslı bir darbe indirmenin planlarını yapıyorduk. Ben en yüksek tirajlı gazetemle günlerdir greve karşı kamuoyu oluşturmaya çalışıyorum. Halk anarşiden illallah demiş durumda. Bunu hesaplayarak grevcilerin anarşi yaratıcıları gibi gösterilmesini planladık. Çok iyi bir planlamayla demir yolu grevlerinden çıkarak diğer işçi eylemlerini de kırabiliriz.
Yabancı: Düşmanı can damarından vurmak gerek. Öyle bir olay yaratılmalı ki tüm yetişkin kadrolar devre dışı bırakılabilsin. Yenileri onların yerini alıncaya kadar da sizler daha radikal tedbirler alabilmek için vakit kazanmış olursunuz. Unutmayın, düşman en can alıcı yerinden vurulmalıdır.”
İşçilerin eylem/grev alanlarına pankartlarını astığı görüntülerin üzerine düşer bu konuşmalar.
İşçi önderinin yaptığı konuşmayla, halaylarla başlar demir yolu işçilerinin grevi:
“İşçiler, arkadaşlarım, şu an binlerce demir yolu işçisi greve başlamış bulunuyor. Burjuva basını günlerdir grevimizi kırmaya çalışıyor. Biz kamu sektöründe çalışıyoruz ama para babaları grevimizle yakından ilgileniyorlar. İşyerimizdeki satılmış sarı sendika aldığı buyruk gereği saldırıya hazırlanıyor. Baskı, terör, entrika kol geziyor ama mücadelemiz yükseliyor. Bugün ülkemizde şiş göbeklilerin uşakları saldırılarıyla, katliamlarıyla halkı yıldırmaya çalışıyorlar. Ama bu saldırılar tüm çalışanların daha bilgilenmelerine, birlik, disiplin ve kararlılıklarının pekişmesine yarıyor. Bizler bütün bunları göre göre, bile bile babalarımızın bizlere bıraktıklarından daha güzel bir dünya bırakacağız çocuklarımıza. Arkadaşlarım, yeryüzünde haykıran binlerce emekçinin sesine kulak verelim...”
Bir yanda sermayenin/iktidarın silahlı militarist güçleri, bir yanda sarı sendikacılar, öte yanda kitlelerden kopuk, maceracı, bireysel eylemler yapan sol gruplar, düşünce ve grup ayrılıkları, umutsuz bireylerin sınıf atlama düşleri... Hayat herkes için zor ve açmazlarla doludur.
Çekildikleri dönemi oldukça gerçekçi ve başarılı biçimde yansıtan Maden ve Demiryol (Yavuz Özkan sonrasında bu çizgisini sürdürmez) filminde aktarıldığı gibi akıyordur hayat da. Yavuz Özkan’ın Demiryol’da yabancı sermaye temsilcilerine söylettiği ve yaşanan ülke koşullarında bir öngörüyü de işaret eden, “Otoriter bir rejim gelmeden karşı hareketi durdurmak mümkün olmuyor” cümlesindeki otoriter rejime doğru hızla evriliyordur günler.
Evrensel'i Takip Et