13 Temmuz 2018

Şimşek'in kabine dışı kalması ne anlama geliyor?

Seçimden önceki son yazımda Saray ittifakının Meclis çoğunluğunu kazanarak ilk turda Erdoğan’ı seçtirmesi durumunda piyasalarda kısa süreli (bir iki günlük) bir rahatlama yaşanacağını sonrasında ise piyasaların “Küresel sermaye ile ortak bir dilin yakalanması konusunda atılacak adımlara odaklanacağını” belirtmiştim. Erdoğan’ın açıkladığı kabine bu yöndeki beklentileri bir kalemde sildi attı.

Babacan ve Şimşek bu zamana değin AKP iktidarı ile küresel sermaye arasında köprü işlevi görmekteydi. Erdoğan’ın kimi zaman küresel sermaye çevrelerini hedef alan çıkışlarını onlar düzeltiyor, içerideki popülist söylemlerin ekonomi politikası üzerinde belirleyici olmayacağı yönünde teminatlar veriyorlardı. Babacan kızağa çekildikten sonra Şimşek bu açıdan daha da kritik bir rol üstlendi. Kimi zaman Erdoğan ile kamuoyunda karşı karşıya gelmekten geri durmadı ve küresel sermayenin talepleriyle uyumlu duruşunu korudu.  Son aylarda AKP yanlısı medya tarafından dahi sert bir şekilde eleştirilmeye başlanmış ve köşesine çekilmişti. Ta ki, Erdoğan’ın faiz- enflasyon teorisini yineleyerek uluslararası finans çevrelerini paniğe sevk ettiği İngiltere seyahatine kadar. Seyahatin ardından bozulan ilişkileri tamir etmek yine Şimşek’e düştü. Tam olarak ne teminatlar verildiğini bilmemiz elbette olanaksız ama işe yaradığı bir gerçek. Seçime kadar geçen süreçte ekonomide sular nispeten duruldu. Bu tablo AKP iktidarının seçimden makul sayılabilecek bir kayıpla sıyrılmasına olanak sağladı.

Seçimin ardından işlerin hızla bozulacağını tahmin etmek zor değildi. Ama küresel koşullardan bağımsız böylesi sert bir sermaye çıkışının tetikleyecek yegane gelişme İngiltere’de verilen teminatların yerine getirilmemesi olabilir. Belli ki beklenti, Şimşek devam etmese bile benzer duruşa sahip başka isimlerin yerine geçeceği yönündeydi.  

Gerçek şu ki, ne Babacan ne de Şimşek yeri doldurulamayacak, eşi benzeri bulunmayacak isimler değildi. Ne var ki, her ikisi de yabancı sermayenin kurumsal yapısı oturmamış Türkiye kapitalizmi ile kurduğu ilişki açısından oldukça işlevsel bir rol üstlendiler. Üslupları ve politikaları ile sisteme duyulmayan güveni bireysel olarak sağladılar, ülkeye dönük sermaye girişleri açısından belirleyici oldular. Başarılı ya da başarısız, bugün Türkiye ekonomisinin geldiği nokta da her ikisi de önemli ölçüde pay sahibi. Nedir bu nokta? Özelleştirmelerle, sözde piyasacı çözümler ve uzunca bir süre sürdürülen rekabetçi olmayan kur politikasıyla üretimi, hayvancılığı, tarımı büyük ölçüde çözülmüş, her anlamda dışa bağımlı, sıcak para girişleriyle fonlanan koca bir balon. S&P’nin deyimiyle carı açık oranından, dış borç oranına hangi kriterden bakarsanız bakın kırılgan ekonomilerin en tepesinde yer alan, çökmeye mahkum bir ekonomik model. Bu modelin en önemi varlık kaynağı ise ABD merkezli düşük faiz politikası ve bunun küresel piyasalarda yarattığı dolar bolluğuydu. Bugün dolar musluğu kısılırken, faizler yükseliyor. Babacan, Şimşek gibi ülkeye sermaye çekme işlevi görecek isimlerin önemi hükümet nezdinde azalıyor.

Yakın gelecekte yeni bir IMF programının gündeme gelmesi kaçınılmaz gözüküyor. Erdoğan tam da tüm yetkileri tek elde topladığı bir dönemde hareket alanının büyük ölçüde daraltacak biçimde uluslararası sermayeye ya da IMF’ye teslim olmak istemiyor. Bu politikalara yakın isimlerle yolunu ayırıyor. Ama iş giderek piyasanın gerçekleriyle kavgaya dönüşüyor. Ve öyle görünüyor ki, önü, arkası düşünülmemiş bu ekonomik deneyin faturası geçmiş krizlerden çok daha ağır olacak.

Evrensel'i Takip Et