Brezilya Valsı
Fotoğraf: Envato
Brezilyalı genç bir iktisatçı olan Laura Carvalho’nunyeni çıkan kitabının ismi olan ‘Brezilya Valsı’, Brezilya ekonomisinin 2004’ten bu yana ‘mucizeden’ ‘kaosa’ uzanan yolculuğunun ayak izlerini takip ederek ürettiği bir tanımlama. Lula’nın başkan olduğu 2003 yılı sonrası dönemde Brezilya önemli bir ekonomik başarıya imza atmıştı. Daha sonra kayıp yıllar olarak adlandırılacak olan 80’li ve 90’lı yıllarda uygulanan neoliberal yeniden yapılandırma politikaları sonucu bu yıllarda ortalama yüzde 2,1 büyüyebilen ülke ekonomisi, 2000’li yıllarda yıllık yüzde 3,7 büyümüş, yatırımların büyüme hızı tüketimi büyüme hızını geçerken, formel sektörlerde iş olanakları artmış, genel olarak gelir adaletsizliğinde önemli iyileşmeler kaydedilebilmiş, asgari ücrette önemli bir artış sağlanabilmişti. Tüm bu süreçte ise enflasyonun kontrol altında tutulabilmesi, bütçenin ve dış ticaretin olumlu bir biçimde iyileşmesi Brezilya mucizesi olarak adlandırılan sürecin önemli unsurları olarak gösterilmekteydi.
Carvalho, Brezilya’da 2003-2005 yılları arasında gerçekleşen ekonomik büyümenin temel kaynağını, Brezilya’nın da üreticisi olduğu soya, petrol ve değerli madenler gibi, büyümekte olan Çin ekonomisine yönelmiş olan maddelere yönelik artan talep olarak anlaşılabileceğini söylerken, 2006-2010 yılları arasındaki ekonomik büyümenin motorunun güçlenen iç piyasa olduğunu belirtmekte. Kitapta bu dönem, Brezilya valsında bir adım öne hareket olarak tanımlanıyor. Bu dönemde fiziki altyapı yatırımlarının artmış, reel ücretler eski oranlarını yakalamış, bölgesel farklılıklarda azalmalar yaşanmaya başlamıştı.
Kitapta, Lula’nın başkanlığının ikinci döneminde, yavaş yavaş tüketim bazlı bir ekonomik büyüme stratejisinin sürdürülemez olduğu görüşünün yaygınlaştığı, 2008 krizinin de bu değişiklikte önemli bir rol oynadığı savunuluyor. Dilma’nın başkanlığı döneminde ise bu görüşü savunanlar yeni ekonomik stratejiyi belirlemeye başlamışlardı. Dilma, sermayenin taleplerini, düşük faizler, geniş kredi olanakları, Real’in devalüe edilmesi gibi politikalarla yerine getirmiş, ancak bu destek Brezilya ekonomisinin büyümesini sağlayamamış ve bütçenin giderek sorunlu bir hale gelmesine de sebep olmuştu. 2015-2016 yılları ise ülkedeki politik ve ekonomik krizin başladığı, Lula ile oluşturulan kısmi sosyal devlet modelinin tam anlamıyla çözüldüğü, Dilma Roussef’in görevden alınarak aşırı sağın iktidarı ele geçirdiği, ülkenin militarize edilerek sosyoekonomik sorunların yarattığı tepkinin güç ile bastırılması yönteminin hâkim olduğu dönem olarak tanımlanabilir.
Carvalho bu dönemi Brezilya Valsı’nın bitişi ve düşük ücretlerin, işsizlik, esnek iş gücü piyasası, bireysel borçlanma, kaliteli eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetlerinden yoksun kalma eğilimlerinin güçlendiği ve bu durumun sağlanabilmesi açısından da demokrasiden uzaklaşıldığı ‘şeytanla dans’ döneminin başlayışı olduğunu savunuyor.
Aslında benzer bir dansı icra edip, bugün şeytanla dans etmeye mahkûm olmuş başka örnekler de bulmak mümkün. Arjantin, Kirchnerizmin yükselişinden 2008’e kadar, 1990’larda ücretlerde ve üretimde yaşanmış olan kayıpları benzer bir kalkınmacı strateji ile giderebilmişti. Brezilya’dan farklı olarak ise Arjantin, yabancı sermayenin çıkışı ile akbaba olarak adlandırılan finans kaynaklarına mecbur kalmış, üretim yapısında ise anlamlı bir değişiklik gerçekleştirememişti. Kirchnerizmin son döneminde artık Arjantin klasik finans piyasalarından borçlanamaz durumdaydı. Ekonomik kriz Kirchner döneminin sonunu getirirken aynı zamanda ‘kazanılmış on yıl’ olarak tanımlanan yılların da geriye götürülmesinin de önünü açmıştı.Bugün, iki buçuk yıllık Macri idaresinde gelirin özellikle finans sektörüne aktarılmasının önündeki engeller kaldırılmış bulunuyor, büyük tarımsal ürün ihracatçıları düşük kurdan yararlanarak zenginleşebiliyor, yükselen enflasyon ile yaşam şartları güçleşiyor.
Şunu da belirtmek gerek ki, her iki ülkede de bu yeni stratejilerin uygulayıcısı konumundaki iktidarlar çok kırılgan bir politik desteğe sahipler. Temer hükümeti zaten hiçbir meşruiyet zeminine dayanmazken Macri yüzde 51 ile seçilmiş olmasına rağmen toplumun genelinde kabul görmeyen politikalar ile gün geçtikçe güç kaybediyor. Bu açıdan bakıldığında her iki ülkede de yaklaşan dönemin çelişkilerin derinleştiği, politik ve ekonomik krizin şiddetlendiği bir dönemin çok da uzak olmadığı görülüyor. Merak uyandıran soru ise şu; eğer Lula ve Kirchnerve onları izleyen aşırı sağcı hükümetler dönemleri toplumun geniş kesimleri açısından belirli alanlardaki kayıpların giderilmesi ancak kalıcı bir biçimde alternatif üretilemeyerek bu kazanımların kaybedilmesi olarak okunabiliyorsa, bundan sonraki sol hükümetlerin yeni bir ekonomik program geliştirip geliştiremeyecekleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
* Başlık: Laura Carvalho, Valsa Brasiliera: Do boomaocaoseconômico, EditorialTodavia, 2018.
- Milei’in birinci yılının ardından 16 Aralık 2024 04:39
- Uruguay’da Geniş Cephe’nin iktidara dönüşü 02 Aralık 2024 03:57
- İkinci Trump dönemi ve Latin Amerika 18 Kasım 2024 04:20
- Bolivya: Morales, Arce’ye karşı 04 Kasım 2024 04:21
- Venezuela’da iktidar içi yeniden yapılanma 21 Ekim 2024 04:08
- Meksika'da feminist dönem 07 Ekim 2024 04:28
- Fujimori’nin mirası 23 Eylül 2024 04:15
- Kolombiya’da oligarşinin müdahalesi 09 Eylül 2024 04:21
- Meksika'da yargı reformu tartışmaları 26 Ağustos 2024 04:11
- Venezuela'da seçim sonrası durum 12 Ağustos 2024 04:30
- Çanlar Maduro için mi çalıyor? 27 Temmuz 2024 04:01
- Trump’a suikast, küresel sağa gaz 22 Temmuz 2024 04:50