1 Ağustos 2018

Son günlerde, yandaş basında,  ilerici “solcu” bilinen sanatçılar ile birer birer röportaj yapılıyor ve mutlaka röportajın bir yerinde, AKP iktidarının seçimlerde yüzde elli iki oy aldığı ve demokrasi gereği bu çoğunluğu azınlıktaki yüzde kırk sekizin hoş görmesi ve onlarla birlikte yaşamayı öğrenmesi gerektiği söyletiliyor. Bu ifadelere, bazı sanatçılar, geçmişte şimdi azınlıkta kalan yüzde kırk sekizin şimdi iktidarda olan yüzde elli ikiyi hor gördüğünü, ezdiğini de ekliyor.

Belli ki, röportaj veren sanatçılar, çıkarları ve sanatlarını sürdürebilmek için AKP ile iyi geçinmeye karar vermişler. Gelecekte siyasi olarak nasıl tutum alacaklarına kendileri karar verecek ve sonuçlarına da katlanacak. Ama, kendilerinin tutumunu bize de tavsiye etmeleri fazla. O zaman biz de onlara birkaç söz edebiliriz. Söyledikleri doğru değil. Şimdi iktidarda olan yüzde elli iki diye dolaylı olarak tarif edilenler, onlara göre dindar kitleler, yüzde kırk sekiz diye tarif edilenler ise yine onlara göre laik kesimler. Ve, bu yüzdelik yakıştırmalarla, laiklerin yıllardır dindarları hor gördüğünü ve ezdiğini, laiklerin artık dindarlara tahammül etmesi gerektiğini iddia ediyorlar.

AKP, muhalefette iken (Önceli Milli Selamet, Refah, Fazilet vb. partiler olarak ) ve iktidarının ilk yarısında bu iddiaları direk ya da dolaylı olarak sık sık dile getirip mağduriyet edebiyatı yaptı, son yıllarda ise rövanş politikalarına ve laiklik karşıtı politikalarına gerekçe yapıyor.

Bizde laikler hiçbir zaman dindarları hor görmedi ve ezmedi. Tam tersine her zaman saygı gösterdi. Sünni, Alevi, Şafi, Hıristiyan, Yahudi vb. dine inanan ailelerde doğan bütün laikler önce ana-babalarına ve sonra çevrelerindeki dindarlara saygı gösterdi. Laik olsalar, hatta dine inanmasalar dahi onların dini ritüellerinin bir kısmına katıldılar. Hatta, kendilerini ateist, komünist olarak tanımlayan çok sayıda insan hâlâ ölünce cami ya da cemevinden kaldırılıyor; arkasından “Nur içinde yatsın”, “Işıklar içinde yatsın”, devridaim olsun”vb. dini dualar ediliyor.

İttihat ve Terakki dahil, son yüz elli yıldaki iktidarların hepsi dini kullandı. Dini kullanarak, halkı yönetti. Şimdi din konusunu mağduriyet olarak kullanan politikacılar Kemalist dönemde dindarların ezildiğini söylüyor ama bu doğru değildir. Diyanet İşleri Başkanlığını kuran, maaşlı imamlarla dinin Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmasını sağlayan Kemalist iktidar dönemidir. Şevket Süreyya o dönemde Erzurum köylerini anlatırken, buralara din gelmemiş diyordu. O dönemde, dini örgütlerin etkisi daha çok kent merkezlerinde görülüyordu. Kemalistlerin mücadelesi dinle değil, dini istismar eden, politikalarında bir araç kullanan siyasi çevrelerle idi.

Ezilen ve hor görülen her dönem; işçiler, köylüler, küçük esnaf; yani halktı. Ve, bunların yıllarca kendini ezen iktidarları sırtında taşımasının nedenlerinden biri dini inançlarının istismar edilmesi; sömürülmeleri ve ezilmelerini devam ettirmek için dinin politik bir araç olarak kullanılması idi.

Türkiye’de gerçek manada laiklik hiç bir dönem olmadı. Türkiye’yi siyasal olarak hep sağcılar ve dindarlar yönetti. Bazı dönemlerde, bazı dindarların ezilmesi iktidar mücadelesi nedeniyledir. Bugün de ‘FETÖ’cüler eziliyor, Furkan Vakfı Başkanı içeride, Adnan Hoca da öyle. Belki onlar da ileriki günlerde 2016’dan sonra dört beş yıl dindarların iktidarlar tarafından nasıl ezildiğini siyasi çalışmalarında anlatacaklar.

AKP ve benzerleri, dindarlar  eziliyor deyip dindarlara daha fazla özgürlük isterken, aslında daha çok dini esaslara dayalı bir toplumsal düzen istiyorlar ve laiklik alanını her adımları ile daraltmaya çalışıyorlar. Din propagandası ve dinin daha fazla yayılması ve toplumda dini yaşam tarzının hakim olması ve hakimiyetinin daha da pekişmesi için devlet olanaklarını her gün daha fazla kullanıyorlar. Gidilen yol daha çok demokratikleşme, daha hoşgörülü bir toplum, daha çok laiklik değil; tam tersi, dini kuralları topluma daha fazla dayatma, daha hoşgörüsüz ve teokratik bir topluma doğru ilerletme.

İşte, röportajcı sanatçılarımız, bizi bu gidişata karşı koymamaya, alışmaya, teslim olmaya çağırıyorlar. Onlar kişisel olarak teslim olduklarında huzur içinde yaşayabilirler. Çok daraldıklarında yurt dışına hicret edebilirler. Ama biz; teslim olmayız, özgürlük taleplerimizden vazgeçmeyiz, hoşgörmeyiz, demokrasi ve laiklik alanının her gün daha da daraltılmasına tahammül edemeyiz.

Biz, yüzde kırk sekiz değiliz. Sınıfsal olarak yüzde doksan beşiz. Siyasal olarak ise maalesef en fazla yüzde 10’uz. Ama, gelecek biziz.

Gericilerle uzlaşmadığımızda tabii…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et