3 Ağustos 2018

Hakkâri Yüksekova’da astsubay eşinin ziyaretinden dönen bir anne ve 11 aylık bebeğinin yaşamını yitirdiği saldırı, sivilleri hedef alan tüm saldırılar gibi kuşkusuz bir terör eylemidir. Ancak bu saldırının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın idamı yeniden gündeme getirmesi ve İçişleri Bakanı Soylu’nun HDP ve CHP’yi hedef yapan “intikam” açıklamaları, bu saldırının da bir parçası olduğu şiddet sarmalının en çok kime/neye hizmet ettiği sorusunu akıllara getiriyor. Öte yandan bu saldırıdan sonra gazetelerin attıkları manşetler (2 Canımı Verdim 200 Can Alacağım-Sabah, Hepsi Gebersin-Sözcü, İntikam Yemini-Türkiye, İntikamı Alınacak-Yeni Şafak, Katilleri Mecliste-Güneş…) medyanın nasıl bu şiddet ortamını kışkırtıcı bir rol oynadığını da bütün açıklığı ile gözler önüne seriyor.

Bu ülkede sadece son 3 yılda yaşananlar bile bu şiddet sarmalının hangi politikalara hizmet ettiğini görmek için yeterince veri sunuyor.

HDP’nin 80 milletvekili ile meclise girdiği ve AKP’nin tek başına iktidar olma çoğunluğunu kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından 22 Temmuz’da yaşanan Ceylanpınar saldırısı-ki, iki polis memurunun öldürüldüğü bu saldırı ile ilgili karanlık noktalar hâlâ aydınlatılmış değil- iktidar tarafından yeniden çatışmalı sürece dönmenin gerekçesi yapılmıştı. İki yıllık çatışmasızlıktan sonra yeniden başlayan operasyon-çatışmalar ve şehirlerde patlatılan bombalar, 1 Kasım seçimlerinde AKP-Erdoğan’ın yeniden tek başına iktidar olma çoğunluğunu elde etmesinin yolunu açmıştı. Devamında ‘özerklik ilanları’ ve ‘hendek savaşları’ ile şehirlere taşınan çatışmalar, iktidarın Kürt halkının bütün demokratik kazanımlarına karşı çok boyutlu saldırısının ve bugüne kadar devam eden baskı ve şiddet politikalarının dayanağı/gerekçesi yapıldı.

Şehirlere taşınan savaş ve çatışmalar, Kürt halkı ve ülkedeki demokrasi mücadelesi bakımından yıkıcı sonuçlara yol açtı. Öncelikle 7 Haziran’da Kürt sorununun barışçıl çözümü ve ülkedeki demokrasi mücadelesi bakımından HDP etrafında ortaya çıkan demokratik birikimi ciddi biçimde tahrip edildi. Öte yandan bu süreç hem HDP’yi demokratik rolünü oynayamaz hale getirdi ve hem de HDP’ye yönelik baskı-tasfiye politikasının gerekçisi olarak kullanıldı.

İkinci olarak, şehirlere taşınan şiddet, çatışma alanlarının dışındaki halkın demokratik-barışçıl eylem ve mücadele koşullarını da büyük oranda zayıflattı. Dolayısıyla yıkım ve çatışmalar azımsanmayacak bir demokratik mücadele birikimine sahip olan halkı pasifize etmekle kalmadı, ciddi bir demoralizasyona da yol açtı. Darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL ile bu baskı ve kuşatma yeni bir boyuta taşındı.

Ancak seçim dönemlerinde hatırlanan Kürt kentlerindeki sessizliğin arka planında yatan gelişmeler kısaca böyle özetlenebilir.

Görevi bu şiddet sarmalını sona erdirecek politikalar üretmek olan/olması gereken iktidar ise, “çözüm süreci”ni sona erdirerek daha en başından bu sarmalı kendi politik çıkarları için kullanma yolunu seçti. Dolayısıyla “terörizmle mücadele” adına sınırların ötesine de taşınan operasyonlar, ‘tek adam rejimi’ni kurmanın dayanağı olarak kullanıldı. Bu politika ile hem halkın geniş kesimleri milliyetçi-şoven politikalar üzerinden iktidara yedeklendi ve hem de bu politikaya karşı duran demokrasi güçleri baskı altına alındı.

24 Haziran seçimlerinin hemen ardından Ağrı Doğubeyazıt’ta PKK tarafından bir sivilin öldürülmesinden sonra İçişleri Bakanı Soylu’nun HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ı arayıp “sizi yaşatmayacağız” tehdidinde bulunması, bu şiddet sarmalının neden sona erdirilmediği/erdirilemediği konusunda fazlasıyla fikir vericidir. Çünkü eğer sorun şiddet sarmalından çıkarılmak isteniyorsa yapılması gereken ilk şey, demokratik siyasetin kanallarının açılmasıdır. Oysa demokratik siyasetin zaten oldukça sınırlanmış olan kanallarını ortadan kaldırmaya yönelik böylesi yaklaşımlar ancak bu şiddet sarmalanın devam etmesine hizmet eder.

Son saldırıdan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden idam tartışmasını başlatması ve İçişleri Bakanı Soylu’nun CHP ve HDP’yi hedef göstermesi, iktidarın kendi politikalarını sorgulamak yerine bu şiddet sarmalını kendi politik çıkarları için kullanmakta ısrar ettiğini/edeceğini gösteriyor. Çünkü iktidar cephesinden yapılan bu açıklamalar, soruna ve çözümüne dair demokratik tartışma zeminine bile izin vermiyor.Oysa bir kez daha belirtmek gerekir ki, son terör saldırısı Kürt sorununun demokratik-barışçıl çözüm koşullarının ortadan kaldırılmasından ve bağlı olarak sorunun terör parantezine sıkıştırılıp şiddetin tırmandırılmasından bağımsız ele alınamaz. “Çözüm süreci”nde sorunun demokratik-barışçıl yöntemlerle çözümü için çaba gösteren HDP ve DTK eş başkanlarının bugün cezaevinde olması, terör-şiddet sarmalının hangi politikadan beslendiğini yeterince açıklıyor.

Daha fazla kan ve intikam yeminlerinin bu ülkeye bir şey kazandırmayacağını görmek için 30 yılı aşkın çatışmalı sürecin kaybettirdiklerine dönüp bakmak yeter!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et