22 Ağustos 2018

Devleti gidin, Cumartesi Anneleri’ne sorun

Maksim Gorki’nin ‘Ana’ adlı romanı benim yaş kuşağımın üniversite yıllarında heyecanla okuduğu romanlar arasındaydı. 1906 yılında yayımlandığını düşünürsek, daha önceki kuşaklar için de, öğrenci kantinlerinin sohbet konularından biri olduğunu tahmin edebiliriz.

Bolşevik Devrimi’nin ayak seslerinin hissedildiği romanda Pavel, fabrikada zor şartlarda çalışan bir işçidir ve aynı zamanda o günün baskı koşullarında işçiler arasında özgürlükçü fikirleri örgütlemektedir.

Pavel’in mücadelesi ilk başlarda annesi Pelage’yi tedirgin eder. Ancak daha sonra, oğlunun hapiste olmasını kabullenemeyen anne Pelage, oğlunun ilkelerinin peşinde koşar ve büyük saygı uyandırarak devrimin meşalesini taşıyan bir kahramana dönüşür.

İnsanın bir yakınının onunla aynı idealleri paylaşmasını beklemenin çok gerçekçi olmadığı aşikar. Ancak dünya toplumsal mücadeleler tarihinin de gösterdiği gibi, anneler ile evlatları arasındaki ilişki bu açıdan hep özel bir yerde duruyor.

İnsan hakları örgütlerinin, cunta döneminde yaklaşık 30 bin kişinin öldürüldüğünü söylediği Arjantin’de Plaza de Mayo Anneleri, 30 Nisan 1977 tarihinde Devlet Başkanlığı Sarayı’nın yakınlarında toplanarak çocuklarının akıbetine ilişkin bilgi almayı talep etmişti. 14 kadından oluşan bir grup tarafından başlatılan bu eylem dünyanın başka ülkeleri gibi büyük bir kayıplar tarihi olan Türkiye açısından da esin kaynağı oldu.

Türkiye’de Galatasaray Meydanı’nda 27 Mayıs 1995’ten bu yana her cumartesi kayıplar için oturma eylemi düzenleniyor.

Geçen cumartesi düzenlenen eylemde, 1995 yılında gözaltına alındıktan sonra cenazesine ulaşılan Hasan Ocak’ın kardeşi Ali Ocak konuşmuş ve 23 yıldır Galatasaray Meydanı’nda adalet aradıklarına vurgu yapmıştı. Ocak’ın, “Suçluların, katillerin korunduğu bir bayrama giriyoruz. Biz buradan bir kez daha yetkililere sesleniyoruz. Bu coğrafyada işlediğiniz suçlarla yüzleşeceksiniz” sözleri, bu eylemin temel amacının da özeti aslında. Bu, 23 yıldır yeni kayıplar yaşanmasın diye kararlı bir biçimde dile getirilen bir yüzleşme çağrısıdır.

Yine geçen haftaki eylemde 12 Eylül kayıplarından Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren de konuşarak, 76 bayramdır abisiyle kucaklaşamadığını ifade etmişti. Bayramda insanların mezar ziyaretleri gerçekleştireceğini hatırlatan Eren, “Ancak bizim karanfil bırakacak bir mezarımız yok. Bizim mezarımız Galatasaray oldu” demişti.

Bir mekanın hem bir mücadele alanı, hem de bir mezar olması... Böylesine sert bir gerçeklik, o deneyimlerden uzak bir dünyanın içinden bakarak, gerçek anlamıyla hissedilebilir mi?

Yönetmen Hüseyin Karabey’in Cumartesi Anneleri’ni konu alan kısa filmi “Boran” (1999) bu duyguyu veren güçlü çalışmalardan biriydi.

Evrensel’de bu filme dair olarak, Beyda Yıldız’ın 19 yıl önce yazdığı yazıdan bir bölüm şöyle: “Filmin en ilginç sahnesi ise kayıp Ferhat Tepe ile ilgili. Evinin penceresi önünde 14 gün çocuğunu bekleyen anne Zübeyde Tepe, oğlu Ferhat’ın öldüğünü duyduğu gün ilginç bir şekilde oğlunun duvardaki fotoğrafının düştüğünü söylemiş Karabey’e.

Filmde, gözleri bağlı bir şekilde boş bir araziye getirelen Ferhat Tepe’nin kafasına sıkılan tek kurşun, ardından havalanan tek bir güvercin ve annesinin onu her gün pencere önünde beklediği odanın duvarından düşen fotoğraf ardı sıra saliselik bir anda verilmiş.

İşkenceye dair sahne ise yine sizi tedirgin edecek boyutta. Ayakları sürüklenerek işkencehanedeki sırasını bekleyen genç, işkence seslerini duyarak hayatının ilk şiddet deneyimini yaşıyor. İşkence seslerinin oldukça uzun tutulduğu filmde, amaç işkenceninin tüm insanlık dışı boyutunu her boyutuyla vermek, şiddetli bir şekilde vermek...

Bu sahneler, insanın beynine bir kurşun hızında ve ağırlığında giriyor... Ve elinizde yine bir gerilim, filmin size verdiği bir ‘hukuksuzluk’ kalıyor.” (Beyda Yıldız, “Hukuksuz” bir kayıp filmi: Boran, Evrensel, 15 Ağustos 1999)

Cumartesi Anneleri, bu cumartesi Galatasaray’da 700. oturmalarını gerçekleştirecek. Şu ana kadar devlete dair okuduğunuz kitaplara rağmen kafanızda hala oturmayan, boşlukta kalan bir şeyler varsa, gidip Cumartesi Anneleri ile konuşun. O boşluğu onlar dolduracaktır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et