29 Ağustos 2018

Yoksunluk ve yoksulluk

İktidar erkinin her alanda toplumu kutuplaştırdığı bir ahvalde, hep birlikte yoksunluklarımıza yoksulluk ekleniyor. Demokrasi, insan hakları, adalete dair yoksunluklarımızdan ayrı değil son ekonomik krizin daha da artırdığı ekonomik yoksulluğumuz.

Yoksulluk, varlığımızı sürdürebilmek için gerekli olan asgari gelir düzeyinin aşağısında bir yaşam pratiğidir. Yoksunluk ise yoksulluğa toplumsal ve siyasal açıdan da bakmayı gerekli kılan bir kavramdır. Birikmiş bunca yoksunluk içinde debelenirken Türk lirasındaki son kriz “ekonomik eşitsizlikleri toplumsal dışlamaya varacak kadar derinleştirmeye” de teşne. Son yoksullaştırma dalgası yoksullar için bir kez daha “kaynak ve fırsat yoksunluğuna” dönüşmek üzere.

Ülkede dertte, tasada, kıvançta buluşabildiğimiz tek başlık yok uzun yıllardır. Hatırlayalım Van Depremi’ni misal ve göz atalım gazete manşetleri ile kitap adlarına yeniden: “Deprem 7.2 Irkçılık 77.2”, “Fay hattından fışkıran ırkçılık”, “Deprem hakkında ırkçı paylaşım yapan müdür”.

Annelerimize geçen cumartesi bir kez daha saldırdıklarında onlar 700. kezdir kaybedilmiş çocuklarını arıyorlardı. Çokça tepki oldu olmasına ama ülkeyi bu dertte, utançta buluşturdu diyebilir miyiz?

Ülkeyi tasasında ya da kıvancında yek vücut kılan tek bir yaşanmışlık yok on yıllardır. Ama tüm toplumu esir alan, iktidar erki ile oluşturulmuş yoksunluklar diz boyu. Kıvancı dar bir zümreye bahşedip tasayı, kederi nüfusun ekseriyetine pay eden bir ‘kibir’ ile yönetiliyor ülke nicedir. Tasada buluşmak bir gönüllülük işaretidir. Ülke tasada buluşmuyor, tasaya mecbur bırakılıyor nicedir. Misal ekonomik krizin getirdiği yoksullaşmada buluşma ve bunun bertaraf edilmesine dair yakın gelecek bir gönüllü buluşma alanı değil.

Bu on yılların özeti elbette şu soruyu sorduruyor: Yurttaş nedir? Yurttaş nasıl? Denebilir ki yurttaş nicedir yoksunluklara yoksulluk eklendikçe birey olarak kasılıp kalmakta. Duygu durumu, sonraki zamanın pratiğine dair belirleyicidir. Keder, sorun anlarında kasılıp kalan insanları görmeyenimiz yoktur sanırım. Önce derin derin nefes alırlar, sonra kasılmaya başlar bu keder sahipleri. Bu sürecin başlangıcı duygu durumuna yani insan psikolojisine dayanır dayanmasına ama kasılma ve sonrası artık fizyolojik esasa dayalı olarak bedene dair bir patoloji üretir. Bedenin duygu durumuna patolojik yanıtı, yani kasılma ve nefes alamama hissi yeniden psikolojik bir süreç üretir. Bitmeyen ve her defasında büyüyen bir bumerang etkisidir bu. Kişi daha sık ve derin nefes almakla kurtulacağını sanır ve sorun daha da artar. Oysa bu cendereden ancak daha az ve yüzeysel nefes almakla çıkılması mümkündür. Bu da ancak bir başkasının öğrendiği ya da bildiği deneyimi ile devreye girmesi ile mümkündür. Bunun toplumsal alanda izdüşümü nicedir sokaklarda zaman zaman yankılanan “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sözüdür özünde.

Türkiye’deki son ekonomik kriz salt bizi etkilemiyor. Dolar milyarderleri gelir hep aklımıza yabancı sermaye denince ama dünyanın başka ülkelerinden yoksullar, dar gelirliler de göbekten bağlıdır bize bu bağlamda. Misal Japonya’da ev kadınları küçük birikimlerini faizleri düşük olan ülkeler yerine Türkiye’de değerlendirdiler. Ve şimdi onlar da yoksullaştı bizimle birlikte. Tahmin etmek zor değil nice dar gelirli Japon ev kadının Türk Lirası değer kaybedince önce sık sık nefes alıp, sonra kasılıp kaldıklarını. O yüzden denebilir ki “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sözü yerel bir talep değildir, koca dünyayı kapsar.

Sağlıcakla kalın.

Evrensel'i Takip Et