31 Ağustos 2018

Her ne kadar Erdoğan “içerimizdeki bazı gafiller sanıyor ki mesele Tayyip Erdoğan meselesidir. Hayır Türkiye meselesidir. Mesele İslam meselesidir” diyorsa da, Fransa ve Almanya’dan gelen son açıklamalara, ikili görüşmelerden sonra verilen demeçlere -Bakan Albayrak’ın Fransız meslektaşıyla yaptığı görüşmeden sonra yaptığı “ortak mücadele” açıklaması gibi- bakıldığında sorunun çok daha farklı olduğu görülüyor.

Almanya ve Fransa için sorun ne Erdoğan meselesi, ne de Türkiye ve İslam meselesi. Onlar için sorunun iki yanı bulunuyor. İlki: Derinleşmemesi ve bir genel çöküntüye yol açmaması için önlem üzerine önlem alınan, şimdiden işçi ve emekçi kitlelerin üzerine yıkılmaya çalışılan güncel kriz dolayısıyla selden kütük kapma telaşına düşmüş olmaları ile ilgilidir. Yunanistan böyle soyulmuştu. Soygunun garantili ve tam olması için iktidara IMF yolunu gösteriyorlar.

İkinci olarak; Erdoğan iktidarının ABD ile yaşadığı sorunlar nedeniyle hamle yaparak ülkeye, dolayısıyla onun üzerinden Ortadoğu’ya yerleşme derdiyle ilgilenmeleridir. Emperyalistler arası çelişkiler biraz daha sertleşirken, ABD’nin karşısında mevzi kazanmak isteyen Almanya ve Fransa peşkeşe destek açıklamaları yapıyorlar. Onların “Türkiye’yi, İslam’ı desteklemek” gibi bir niyetle hareket ettiklerini açıklamak olanaklı olmadığına -kullanma ile karıştırılmamalı- göre, onların bütünüyle emperyalist çıkarlar için harekete geçtiklerinin anlaşılması gerekiyor.

Bu iki devletin yöneticileri daha düne kadar “Eyy Macron, Eyy Merkel” haykırışlarının hedefi durumundaydılar. Onların göstermelikte olsa Avrupa normlarına göre “demokrasi eleştileri” yapmaları böyle karşılık buluyordu. Şimdi onlar “demokrasi meselelerini”, Erdoğan iktidarı da onlara posta koymayı rafa kaldırmış bulunuyor. Onlar için sorun dün de “demokrasi” meselesi değildi, bugünde değil. Macron bunu bir kez daha, ama münasip bir dille yineledi! Yani “AB’yi bırakın stratejik işbirliği yapalım” dedi. Merkel bunu daha önce söylemişti.

Bu arada görüldü ki, iktidarın ve yardakçılarının ilan ettikleri gibi “herkes düşman, herkes Türkiye karşıtı” değilmiş! Bu da halk kitlelerinin çıkaracağı bir ders. Demek ki herkes çıkarına bakıyormuş ve bu durum tekelci kapitalizm çağında devletler arasındaki ilişkinin olağan biçimiymiş. Eğer bir ülke emperyalizme göbekten bağımlıysa, onların hakaretlerine uğrar, onların açıklamaları ile, zaten fokurdayan bir kazana dönmüş olan ekonomisi fena halde sarsılır, parası pul olurmuş!

Şimdi uluslararası mali piyasalardan dilenme zamanı. IMF kapısına dayanmak şimdiye kadar söylenilenlerin açıkça inkarı olacağı için şimdilik “tercih” edilmiyor. Londra seferinde ise önlerine faturanın konduğu anlaşılıyor. Katar’ın petro-dolarları yaraya merhem olmaktan uzak görünüyor. Ekonomiden sorumlu bakanın yaptığı “borçların yeniden yapılandırılmasına” ilişkin atılan adımlar, Merkez Bankası’nın yaptığı hamleler çarkı en azından yerel seçimlere kadar döndürmeyi hedefleyen ataklar olarak görülüyor. Ama halk kitleleri için daha şimdiden yaşam yüzde 30-40 daha pahalılandı ve işçi, emekçi kitlelerinin aldığı ücretler hızla eridi. Sermaye iktidarı tüm yükü halkın sırtına yıkma konusunda yol aldı ve alıyor.

Sermaye ve onun iktidarı; bu kitleleri milliyetçilikle, din istismarı ile, fedakarlık çağrıları daha ne kadar kontrol edebileceğini yaşayarak göreceğiz. Ama tecrübelerin gösterdiği bir gerçek var ve o gerçek, kitlelerin gerçekle yüzleşmelerinin fazla uzak olmadığını bize gösteriyor. Her gün her saat televizyonlardan, her gün iktidar gazetelerinden yapılan fedakarlık çağrıları ile, çarşı ve pazarın gerçekleri sürekli çatışma halinde ve kaynayan kazanın bir an gelip patlayacağını öngörmek için kahin olmak gerekmiyor. Bu çerçeveden bakılınca Cumartesi Annelerine yapılan saldırı, toplumu terör ve baskı ile susturmanın bir adımı olarak görülüyor. Korku dağları bekliyor!

Evet mesele ne Erdoğan, ne Türkiye, ne de İslam meselesidir. Mesele kapitalizmin acımasız çarkları içinde emperyalist bağımlılık ilişkilerinin kölesi olmuş bir ülkenin soyulmasına dur denilip, denilmeyeceği meselesidir. Ülkenin kaderini kim belirleyecek? Attıkları her adımda, aldıkları her “önlemde” ülke ve halkını biraz daha köleleştiren işbirlikçi sermaye iktidarları mı, yoksa bu ülkenin namuslu, kazancını alınterinden başka bir şeyle kazanmayan onurlu işçi ve emekçi halkı mı? Ya soyulmaya evet deyip, “yardımlara, sadakalara” el açmak, bağımlılık ve soygun içinde boğulmaya devam etmek, ya da yeter deyip ayağa kalkmak! Başka bir çıkış yolu görünmüyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et