İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu geçen hafta önemli bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan yola çıkarak üç noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi, 6-7 Eylül 1955’de yapılanlar artık gizli ve saklı değil. Türkiye’de resmi tarihi ve yalanlarını reddedenler için hiç değil. Dahası, 6-7 Eylül daha sonra gerçekleştirilecek başka kitlesel katliamlar açısından çok önemli bir örnek, bir dönüm noktası…

İkincisi, 6-7 Eylül senaryosu kitlesel katılım gerektiriyordu. Kitlelerin sokaklara çıkartılması, suçun kimliği olmayan kitlelere atılması açısından çok önemliydi. Ellerine bayraklar verilen, kamyonlarla taşınan kalabalıklar kaç kişiden oluşuyordu hiçbir zaman bilinemeyecek. Ama 40 kilometrekarelik bir alana yayılabilecek denli büyük bir kalabalığın çok büyük bir sayıdan oluştuğunu ve bu kadar çok kişinin harekete geçmesi için gerekli koordinasyonu sağlayabilecek tek bir gücü saptamak gerekiyor. Kitlelerin katılımı devletin derindeki elleri ve kolları ile sağlandı.

Üçüncüsü, 6-7 Eylül 1955’de kendilerinden beklenen korkunç eylemleri gerçekleştiren kalabalıklar, bugünkü iktidarın söyleyişi ile, tümüyle “yerli ve milli” idi. Onlara öyle oldukları söylenmişti. Öyle oldukları için öyle olmayanlara istediklerini yapabilirlerdi. Yaptılar da. Asıl hedef Rumlardı ama diğer “yerli ve milli” olmayanlar da, Yahudiler ve Ermeniler de saldırıya uğradı. Kendilerini “yerli ve milli” hisseden kitleler, ev ve işyerlerine saldırmayı, yakmayı, yıkmayı, yağmalamayı “yerli ve milli” olmanın bir parçası saydılar. Linç ve tecavüz de, cana kıymak da “yerli ve milli” olanlar için zor görevler değildi.

Değildi çünkü resmi tarih”yerli ve milli” olanı yazacaktı. Türkiye’nin en iyi okullarında okuyan öğrenciler bile 6-7 Eylül senaryosunu öğrenmediler; etkilerini hiç tartışmadılar. Gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda yıllar boyunca 6-7 Eylül’den hiç söz edilmedi. Bu nedenledir ki, 1955 bir utanç kaynağı olamadı. Resmi tarih, “yerli ve milli” olanın ezelden beri tertemiz olduğunu söylemiyor muydu? Resmi tarih 1915’de utanılacak bir şey olmamıştı demiyor muydu?

Devletin başına geçen büyükler, “yerli ve milli” olmanın önemini hiç unutmadılar. Bir başbakan çıktı: “Milliyetçiler katliam yaptı!” demeyeceğini göğsünü gere gere söyledi. Bir diğeri çıktı, artık zaman değiştiği, “yerli ve milli” olanı din ile tanımlamak gerektiği için “Müslümanlar soykırım yaptı,” demeyeceğini göğsünü gere gere söyledi.

Resmi tarih yazmadığı ve yazmayacağı için, başbakanlar cumhurbaşkanları söylemediği ve söylemeyeceği için, gerçekleri bizlerin bıkmadan ve usanmadan söylemesi gerekiyor. 6-7 Eylül’den bugüne çizgiler çekilse, ortaya çıkacak olan çizgiler Türkiye’yi baştan başa kaplayacak korkunç bir tablo oluşturacaktır.

Özel harp dairesinde çeşitli görevler alan ve 1988’de MGK Genel Sekreteri görevini yapan, üst düzeyden emekli general Sabri Yirmibeşoğlu ne demişti: “6-7 Eylül de bir özel harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?​”

6-7 Eylül senaryosunu anlamak Kıbrıs’ta oynanan oyunları, Maraş’ta ve Çorum’da gerçekleştirilen katliamları anlayabilmek açısından çok önemli. 6-7 Eylül öncesi pompalanan kin ve nefreti anlamak, bugün bizzat iktidar tarafından Türkiye’de yayılmakta olan kin ve nefreti anlamak açısından da büyük önem taşıyor. Açık açık söylemek gerek: Irkçılık, milliyetçilik ve dincilik insanlığın yüzkarasıdır. “Yerli ve milli” tarih, “yerli ve milli” ideoloji vb. ırkçılık, milliyetçilik ve dincilik demektir. “Yerli ve milli” Türkiye’nin varacağı yer, ancak daha büyük yıkım ve acı olabilir.

Evrensel'i Takip Et