22 Eylül 2018 00:58

Kriz baskılaması

Kriz baskılaması

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkede kriz var mı diye bir soru sormaya gerek var mı? Bunun yanıtını bazı ekonomik verilere bakarak verebiliriz. Örneğin işsizlik ne durumda ve bugünlerde bir kıpırdanma var mı; fiyatlar seyri nasıl gelişiyor; bütçe dengesi ya da dengesizliğinde durum ne gibi temel büyüklükler bize kriz konusunda bir fikir verir. Halkın pek yakından izlemediği bu genel konuları bir tarafa bırakalım, böyle bir halk sohbetinde daha farklı göstergelere, halkın her an algılayabildiği ve yorumladığı göstergelere yönelelim. Bu göstergeler fiyatlar, döviz kuru, faiz haddi ve siyasilerin söylemleridir. Açıktır ki, ilk üç gösterge durumun doğrusal anlatımı, maalesef sonuncusu ise dolaylı anlatımıdır. Basiretli halkımız tüm göstergeleri de fevkalade net bir şekilde okuyabilmektedir.

Fiyatlar ve faizlerin ahvali ortadadır. Merkez Bankası’nın son astronomik faiz yükselişine rağmen döviz fiyatı hala istenen düzeylere inmede direniyorsa, durum kronik bir hastalığa işaret etmektedir. Eğer döviz yükselişi ani şoklarla oluşmuş olsaydı Merkez Bankası’nın müdahalesinin daha fazla etkili olması beklenirdi. Döviz kuru ile faizin sarmal dansı ekonominin dış dünya ile ilişkisinin hastalıklı belirtileridir. Ülkeye döviz gelsin diye faiz yükseltildi, fakat istenen düzeyde döviz gelmedi. Kaldı ki, faizin bu denli yükselişi borçluları ve yatırımları çok zor duruma sokuyordu. Tabi, faizin bu denli yükselişi kamu kesimi borçları faizini de yükselteceğinden toplumsal hizmetlerin daralmasına yol açacaktır. Halkımız tüm bu değişiklikleri yorumlayabilmektedir. Maydanozun döviz ne ilgisi var sorusunun fevkalade abes olduğunu halkımız çok net bilmektedir. Maydanoz evin bahçesinde yetişmediğini, bir yerlerden geldiğini, nakliyede petrol kullanıldığını ve yakıtın da dövize bağlı olduğunu halkımızı bilmektedir. Kısacası olup-biteni halktan gizlemek yerine olduğu gibi halka anlatmak daha doğrudur diye düşünüyorum.

Peki, siyasal erk neden daha makul davranmamaktadır? Önemli bir ekonomik sorundan (isterseniz, kriz demeyelim!) geçerken, neden tüm gerçek halka açıkça anlatılmamakta da, tam tersi gizlenmektedir? Üstelik de, her normal insan şunu bilir ki, gizlenen bir durumun kamuoyu tarafından algılanması gerçek boyutundan daha büyük olur. Nitekim günümüzde tam da olanlar bunlardır. O zaman böyle sürdürülen politikada yüzeyde görülebilenden daha derin bir neden olmalıdır. Diğer bir deyişle, mesele salt halkı paniğe kaptırmamak olmayıp, aslında krizden daha başka, belki de daha derin ve önlenemeyen çatlakları perdelemek olabilir.

Bu sorunu biraz daha derin irdeleyebilmek için Lenin’in başlattığı, günümüzde de dal budak salan emperyalizm olgusuna şöyle bir göz atmamız gerekmektedir. Bu sohbetlerde birçok defa tekrarlanmıştı ki, 2000 IMF-Derviş programının amacı Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıları gidermek olmayıp, krizdeki merkez kapitalizme Türkiye pazarını açmak idi. Bu kadar gaddar olamamak için şunu söyleyebiliriz ki, amaç kalkınmakta olan ve sorunlar yaşayan Türkiye’yi kalkınmış ekonomiler dünyasına serbest piyasa kuralları ile atmaktı. İlk bakışta amaç anlaşılamazdı, çünkü önerilenler ekonomik araçlardı; ne işgal, ne zorlama, hatta ne de dolaylı dayatma söz konusu idi. IMF’yi bizzat biz davet etmiştik. Ne var ki, gelişmiş ekonomiler sözcüsü konumundaki IMF, gelişme yolundaki Türkiye’ye, gelişmiş ekonomilerin gelişme aşamasında uygulamış oldukları kural ve usulleri değil, bugün çevreyi sömürmede kullandıkları usul ve esasları dayatıyordu. Evet, araçlar ekonomik görüntülü ve masumdu, ancak uygulanan ülkenin hedeflerine uymuyordu. İşte proje buydu!

AKP iktidar ise, detaya girmeden söyleyebiliriz ki, bu projenin sağladığı geçici kaynak bolluğunu ülke yararından çok, amaçlarını gerçekleştirmek üzere iktidar süresini uzatmaya yönelik kullanmada beis görmedi. Her seçim döneminde neticeyi garantilemek amacıyla çeşitli mega-projelerin dış firmalara konsorsiyum usulü ile yaptırılması, baskılanan dövizin içeride sağladığı fiyat avantajı ve piyasada her türlü ithal ürününün rahatlıkla bulunabilmesi iktidar için bulunmaz fırsat, ülke ekonomisi için ise inanılmaz borç batağına yöneliş idi.

Vitrine seçim malzemesi koyuluyordu, ancak bu malzemelerin neyin karşılığında olduğu hesaplanmıyordu, halk da bu detayı kurcalamıyordu. Halk algılayamıyordu ki, çocuklarının nafakası üzerinden emperyalizmin politikalarını uygulayan siyasi ekibi desteklemekteydi! Her güzel rüya biter, bizim rüya da bitim aşamasına gelmişti. Emperyalizm böyle bir şeydir. Önce yapay ferahlık yaratır, halkı ve siyasileri israf ve harcamaya boğar, çünkü bilir ki bu devranın hesap günü geldiğinde ülke halkı ve siyasileri yeni sömürüler ya da yeni siyasi-askeri görevlere hazır olacaktır, hazır olmaya mecbur kalacaklardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa