Almanya otoriter rejimleri neden seviyor?
Fotoğraf: Envato
Eğer mesele tek başına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugünkü Berlin ziyareti olsaydı, başlık çok abartılı, hatta haksız bir benzetme olarak görülebilirdi. Zira hemen Almanya’nın diktatörlerden çok çektiği hatırlatılır hem de geçmişte bu acıları yaşayan bir ülkeyi “diktatör sever” diye tanımlamanın doğru olmadığı eleştirisi yöneltilebilirdi.
Ne var ki; Almanya’nın otoriter rejimlerle bir süre önce girdiği tek başına Türkiye ve Erdoğan’la sınırlı değil.
Önceki gün Süddeutsche Zeitung’de yer alan habere göre, Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurulu çerçevesinde Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Abdil el Cubeyr ile bir araya gelen Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, geçmişte yanlış anlaşılmalardan dolayı üzgün olduğunu söyleyerek Suudi Arabistan’dan özür dilemiş ve ilişkilerin normalleştirilmesini istedi. İki ülke arasındaki diplomatik soğukluğu bitirmek istediğini söyledi.
“Yanlış anlaşıma” dediği de Eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabiel’in, geçen yıl Lübnan Başbakanı Said Hariri’nin Suudi Arabistan tarafından rehin alındığı haberleri üzerine, Lübnanlı mevkidaşıyla düzenlediği basın toplantısında, Suudi Arabistan’ın dış politikasını “maceracı” olarak tanımlaması. Bunun üzerine burnundan kıl aldırmayan Suudi Prensi Muhammed bin Selman hemen özür talep etmiş, Berlin Büyükelçisi’ni geri çağırmış, Alman büyükelçisini de göndermişti.
Maas’ın özrü Suudi yönetimi tarafından beklendiği gibi sevinçle karşılandı. El Cubeyr buna karşılık Maas’ı Riyad’a davet etti. Süddeutsche’nin yazdığına göre ziyaret ekimde gerçekleşecek. Maas’ın daha üst düzeyde görüşmeler için zemin yoklayacağı ortada. Bu nedenle yakında Merkel’in Riyad’a ya da Suudi Kralı kafilesiyle Berlin’e sefer düzenlerse şaşmamak gerekiyor.
Böylece Erdoğan’dan sonra Suud krallığıyla da buzlar eritilecek. Yeni Dışişleri Bakanı Maas ise burada “Eisbrecher” (Buzkıran) görevi görüyor. Maas bir süre önce de Ankara’ya gitmiş, Çavuşoğlu ve Erdoğan tarafından karşılanmıştı. Bu nedenle, Erdoğan’ın Berlin ziyaretinin “buzkıran”ı, Çavuşoğlu’yla çektiği “selfie” de normalleşmenin sembolü olmuştu.
Önceki Dışişleri Bakanı Gabriel, pragmatist olmasına rağmen otoriter rejimlere karşı sert bir politika izliyordu. Ancak “diktatör düşmanlığından diktatör seviciliğine” evrilen Alman politikası asıl olarak Alman sermayesinin bölgeye yönelik politikasından kaynaklanıyor. Kavgayla çıkarların korunamayacağı, tersine daralma tehlikesi bulunduğunu fark ettikleri için “aslolan siyasi, ekonomik çıkarlardır, gerisi boş” değip insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü bir tarafa bırakılabiliyor. Bu politikanın “buzkıran”larının sosyal demokrat politikacılar olması ise ayrıca önemli.
Almanya’nın otoriter rejimlerle aradaki buzları etme politikasının bir yanını Alman sermayesinin daha fazla kâr etmesi için pazar alanlarını genişletme, diğer yanı müttefikleri çoğaltma amacı oluşturuyor. Biliyoruz ki; emperyalist devletler arasındaki çıkar çatışması sertleştirdikçe bölgelerde iş birliği yapacakları ülkelere ihtiyaçları da artıyor.
Ne var ki; Alman devletinin izlemiş olduğu bu tutarsız politikanın bir geleceği yok. İçeride halk arasında otoriter rejimlere verilen desteğe tepki artıyor. Son kamuoyu yoklamalarına göre Alman halkının yüzde 70’inden fazlası Erdoğan’ın ziyaretine karşı çıkıyor. Muhalefet partileri ziyareti protesto etmek için Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier tarafından Erdoğan için verilecek akşam yemeğine katılmayacak. Tepkilerin fazla olduğunu fark eden Merkel de Erdoğan ile daha fazla yan yana görünmemek için yemeğe katılmıyor.
Sokaklar ise tam anlamıyla Erdoğan karşıtları tarafından doldurulacak. İki gün boyunca Berlin ve Köln’de on binlerce Alman ve Türkiyeli, kirli iş birliğini protesto edecek. Bu nedenle Erdoğan gerçekten de Almanya’da istenmeyen misafir.
Denilebilir ki; Erdoğan’ın ziyareti, Ekim 1988’de Kenan Evren’in Almanya’ya yaptığı ziyaretten sonra gerçekleşen en tartışmalı ve protestolu ziyaret olmaya aday. Hatta onu da aşan bir özelliği var. O zamanki başkent Bonn’da yine on binlerce kişi Evren’e karşı protesto gösterisinde bulunmuştu. Kentte olağanüstü hal ilan edilmişti. Alman basını ve partiler arasında tartışmalar yaşanmış, buna rağmen Almanya açıktan bir diktatörle arasına mesafe koymaya yanaşmamıştı.
Tartışmalara ve protestolara bakıldığında aradan geçen 30 yıla rağmen aslında çok fazla değişen bir şey yok. Alman devleti o zaman da bölgesel çıkarlar üzerinden otoriter rejimle ilişkileri kesmeye yanaşmamış, tam tersine dünya çapında meşrulaşmasına destek vermişti.
Olup bitenler Alman sermayesi ve hükümetinin ister Türkiye, ister Suudi Arabistan isterse İran olsun, baskı ve şiddetle yönetilen ülkelerde, bolca lafını ettiği temek hak ve özgürlükleri bir yana bırakarak, asıl olarak ekonomik ve siyasi çıkarlarını gözettiği bir kez daha görülmüştür. Bu nedenle, Almanya’dan demokrasi ve insan hakları nedeniyle Erdoğan’a tavır alması beklemek büyük bir yanılgıdır.
- Almanya seçimlerine doğru: Muhafazakarlar aşırı sağcılaşıyor 31 Ocak 2025 04:47
- Avrupa Trump’a karşı durabilecek mi? 24 Ocak 2025 04:15
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12