İdlib, Cizre ve yaşam hakkı!
“Sağlık ekiplerinin, askeri ve siyasi operasyonlardan tarafsız kılınmasını istiyoruz. Sivillere ve herkese hizmet ediyoruz, herkesin sesimizi duymasını, bizi korumasını istiyoruz.”
Geçen hafta İdlib’e olası operasyonu protesto etmek için İdlib yakınındaki Atme Hastanesi önünde toplanan doktor ve sağlıkçılardan birinin sözleri bunlar.
Doktorların İdlib’e olası askeri operasyonun yaratacağı insani sorunlara dikkat çekmek için yaptığı bu eylem hemen bütün yazılı ve görsel medyada haber oldu. Bu haberlerde doktor ve sağlıkçıların “yaşam hakkı” için yaptıkları bu eylemden övgüyle söz edildi.
Bugün 2016’da Cizre’de sokağa çıkma yasağının sürdüğü dönemde bodrumlarda mahsur kalan yaralılar için ‘yaşam koridoru’ açmak için Cizre’ye gitmeye çalışan doktor ve sağlıkçılar mahkemeye çıkıyor. Mardin 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) üyesi 9 doktor ve 4 hemşire “örgüt üyeliği” ile suçlanıyor! Oysa daha Cizre’ye giremeden İdil’de durdurulan bu doktor ve sağlıkçılar da din, milliyet, cinsiyet, ırk, parti ayrımı olmaksızın yaşam hakkını savunmayı kendi görevleri olarak görüyor ve uluslararası hukukun acil durumlarda sağlıkçılara geçiş hakkını tanıdığını söylüyorlardı.
Empati, yani kendini karşıdakinin yerine koyabilme insanı hayvanlardan ayıran en önemli meziyetlerinden biridir.
O zaman soralım: İdlib’deki sağlıkçıların yaşamı savunma eyleminden övgüyle söz eden devlet ve medya, neden Cizre’de bodrumlarda mahsur kalan yaralı sivilleri kurtarmaya giden sağlıkçıları “teröristlik” ile suçluyor? Yaşam hakkı evrensel bir ilke ise, sağlık çalışanlarının bu hakkı savunmasını ülkeye, milliyete göre farklı değerlendirmek ayrımcılık değilse nedir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Filistin’deki zulümden, Afrika’daki açlıktan ve Türkiye’nin 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapmasından söz etti. Medya, “BM’yi zulmün değil adaletin kaynağı haline getirmek istiyorsak üstümüze düşeni yapmalıyız” diyen Erdoğan’ın bu konuşmasını “Dünya lideri Erdoğan’ın bütün dünyaya verdiği bir ders” olarak sundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısına bir diyeceğimiz yok. Ama mesela BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ZeydRaad el-Hüseyin’in şehirlerde çatışmaların yaşandığı ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde“askeri operasyonlar yürütülürken sivillerin temel haklarına saygı duyulması ve Cizre’de silahsız sivillere ateş açıldığı iddialarına ilişkin hükümetin soruşturma başlatması” çağrısına ne yanıt verilmişti?
Yanıt ortada.
Buradaki insan-yaşam hakları ihlalleri konusunda en ufak bir soruşturma yapmak bir tarafa yaşam hakkını savunmak isteyen doktor ve sağlıkçılar “teröristlik” ile suçlanıp yargı önüne çıkartıldı. Oysa dünyaya ders verip çağrı yapanların inandırıcı olabilmesi için önce kendi ülkelerinde çağrılarının gereğini yapmaları gerekmez mi?
Empati demiştik, devam edelim…
“Biz hekimler uyarıyoruz:
Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur. Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir. Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz. Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.
Savaşa hayır, barış hemen şimdi!”
Hatırlarsanız, Afrin operasyonu sürecinde yapılan bu açıklama nedeniyle TTB Merkez Konseyi’nin bütün üyeleri evlerine baskın yapılıp gözaltına alınmıştı.
Afrin operasyonunu unutalım ve bu açıklamanın İdlib yakınlarındaki Atme Hastenesi önünde eylem yapan doktor ve sağlıkçılar tarafından yapıldığını düşünelim. Acaba o zaman bugün “savaş değil, barış” dediği için TTB’yi “terör destekçiliği” ile suçlayanların hangisi bu açıklamada karşı çıkılabilecek tek bir nokta bulabilirdi?
Çocuklara daha ilkokul sıralarında öğretilen konulardan biridir Hipokrat yemini ve hiçbir ayrım yapılmadan yaşam hakkını savunmanın kutsallığı.
O yüzden bugün Mardin’de savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı savunanları yargılayanlar, aslında doktor ve sağlıkçıları değil; Hipokrat’ı yargılıyorlar. Biz ne dersek diyelim, bu yargılama lideri dünyaya ders veren ülkenin gerçek fotoğrafını cümle âleme gösteriyor!
Evrensel'i Takip Et