05 Ekim 2018 00:30

Kriz ve Suriyeli mülteciler

Kriz ve Suriyeli mülteciler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Urfa’da geçen hafta Suriyelilerle çıkan kavgada 2 Türk kardeşin öldürülmesi sonrasında tırmanan gerginlik Suriyelilere karşı şiddet olaylarının yaşandığı gösterilere neden olmuştu. Haşimiye Meydanı ve Atatürk Mahallesi başta olmak üzere birçok bölgede toplanan binlerce kişi ‘Suriyeli istemiyoruz’ sloganları atarak çevrede bulunan Suriyelilere ait işyerlerini tahrip etti.

Daha önce de Urfa ve başka kentlerde Suriyelilerle yaşanan gerginliklerin Suriyelilere karşı gösterilere ve hatta linç girişimlerine dönüştüğünü biliyoruz. Ancak son gerginlikten sonra Ş.Urfa Valisi Abdullah Erin’in Suriyeli ‘kanaat önderleri’ ile yaptığı toplantıda söyledikleri aslında Suriyelilere yönelik saldırganlığın arka planında yer alan zihniyetin anlaşılması bakımından oldukça dikkat çekici. Şöyle diyor Vali Erin: “Sonuçta biz ev sahibiyiz, buradaki insanlar sizin ev sahibiniz. Suriyeli kardeşlerimiz de bu ev sahiplerinin misafirleridir. Hepimizin geleneğinde, örfünde, adedinde misafir gittiğimiz bir yerde misafirlik kurallarına tabi olmak vardır. Hiçbirimiz misafir olarak gittiğimiz bir evde, ev sahibini rahatsız edecek nitelikte bir harekette, eylemde, söylemde bulunmayız. Bu, ev sahibine olan hürmettendir.”

Vali kendince iyi niyetli olarak Suriyelilere nasihatler verdiğini düşünüyor ama burada söylenenler sorunun kaynağına işaret ediyor.

Birinci olarak devlet artık yıllardır ülkede yaşayan Suriyelileri hâlâ ‘misafir’ olarak görüyor. Ne diyor vali? “Ev sahibinin adetlerine uygun davranacaksınız” diyor. Zihniyet bu olunca ev sahibi de (Urfalılar/Türkiyeliler) her gerginlikten sonra ‘misafir’e gereken dersi vermeyi kendinde hak olarak görüyor.

Oysa Suriyeliler misafir değil, artık yıllardır ekonomik-sosyal yaşamın parçası haline gelmiş olan mültecilerdir. Ancak sorun Türkiye’de devletin sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsünü tanımasından kaynaklanıyor. 

Burada AKP-Erdoğan iktidarının Suriye’ye müdahale politikası bağlamında Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesini teşvik etmekten “bunları daha ne kadar besleyeceğiz”e nasıl geldiği üzerinde durmayacağız.

Önümüzdeki dönem artması muhtemel olay-gerginliklerin önüne geçebilmek bakımından meselenin önemli başka bir boyutunu tartışmak istiyoruz.

Türkiye’de halkın azımsanmayacak bir bölümünde devletin maaş bağlamasında sınavsız üniversite hakkı tanındığına ve TOKİ’nin bedava ev vermesinden telefon faturalarının bile devlet tarafından ödendiğine kadar Suriyelilere birçok ‘ayrıcalık’ tanındığı algısı bulunuyor. Mültecilerle ilgili doğru sanılan bu yanlışlarla ilgili olarak Mülteciler Derneği’nin konuyla ilgili şu sayfasına bakılabilir: https://multeciler.org.tr/suriyeli-multecilerle-ilgili-dogru-bilinen-yanlislar/

Avrupa’nın birçok ülkesinde son yıllarda ırkçı-neofaşist partiler yükselişe geçmesinin arka planında bu ülkelerde artan işsizlik ve yoksulluğun, eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerden eskisi gibi faydalanamamanın göçmenlerden-mültecilerden kaynaklandığı propagandasının büyük bir etkisi bulunuyor. Bu ırkçı-neofaşist partilerin kapitalist sistemden, neo-liberal politikalardan kaynaklanan sorunların yabancılardan-Müslümanlardan kaynaklandığı propagandası işini, ekmeğini, sosyal haklarını kaybedeceği kaygısını yaşayan halk kitleleri içinde etkili oluyor.

Malum, Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın YEP (Yeni ekonomik Program) adını verdiği orta vadeli program ile iktidar da ülkenin bir kriz sürecine girdiğini kabul etmiş oldu. Bu program ile iktidar önümüzdeki dönem yüksek işsizlik ve yüksek enflasyon olacağını söylüyor. Zaten Eylül ayında yıllık bazda yüzde 24,52’ye çıkan enflasyon bu gerçeği daha şimdiden ortaya koymuş durumda. Dahası kıdem tazminatından işsizlik fonuna ve esnek çalıştırmadan tasarruf adına kamu hizmetlerine ayrılan bütçenin küçültülmesine kadar krizden çıkış adına işçi-emekçilerin bütün kazanımları hedefe konuluyor.

İşte tam bu noktada önümüzdeki dönem bakımından Suriyeli mülteciler meselesi önem kazanıyor.

Zaten azımsanmayacak bir kesimi Suriyeli mültecilere ayrıcalıklar tanındığı algısına sahip olan bu halk kesimlerinin artan/daha da artacak olan işsizlik ve yoksulluk karşısında tepkilerini Suriyeli mültecilere yöneltmesi düşük bir olasılık değil. Üstelik medyada Yılmaz Özdil gibi her fırsatta Suriyelilere karşı halkın ırkçı-milliyetçi duygularını kışkırtıcı yazılar yazan isimleri de unutmamak gerekir.

Sonuç olarak önümüzdeki günlerde daha da derinleşeceği açık olan kriz karşısında fabrikada, mahallede, parkta, sokakta yan yana olduğumuz Suriyeli mültecileri sorunun kaynağı olarak görme ve tepkiyi onlara yöneltme eğilimi ancak ve ancak burjuva gericiliğin ekmeğine yağ sürer. Bu yönelim krizin faturasının Suriyeli mültecilere saldıranların da bir parçası oldukları işçi-emekçi halk kitlelerinin sırtına yıkılmasından başka bir şeye hizmet etmez. Krizin ırkçılığı-gericiliği güçlendirmesinin ve faturasının da halk kitlelerine kesilmesinin önüne geçilebilmesinin işçi-emekçiler arasında birlik ve mücadele ve dayanışmayı büyütmek dışında bir yolu bulunmuyor. Ancak bu zorlu yolda işe mülteci işçi-emekçilerin de sınıfın bir parçası olduğu gerçeğini görmekten başlamak gerekiyor.

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa