Kıyamet meselesi (4)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Bir müddetten beri “kıyamet meselesi” etrafında kırk beşlik bozuk bir plak gibi kendimce cazırdayıp dururken, diğer yandan da karanlık, dipsiz bir kuyudan farksız böylesine “alengirli” bir konu hakkında ciddi ciddi ahkam kesip lafladığım için de kendi kendime kızıyorum!
Bunca zamandan beri, yani altı gün altı gece dur durak demeden çift vardiya çalışıp, yedinci gün yorgun bitkin bir halde dinlenen Tanrı Baba’mızın, verdiği bu uğraş sonucunda “yoktan var edip” akabinde de piyasaya sürdüğü şu alemin günün birinde yer ile yeksan olup veya olmaması, şekil değiştirip değiştirmemesi ya da buharlaşıp külliyen kaybolması bizatihi kendi vereceği nihai karara kesinkes bağlıyken, buna rağmen her biri başlı başına birer “akil adam” kisvesine bürünen kimi “akademisyen” kılıklı “zavallılar”ın bu bapta dediklerine bakılırsa; kıyamet, tıpkı ‘kanun hükmündeki karar” misali eninde sonunda kopacak ama bunun zamanı, zemini henüz meçhul...
Zamanı meçhul, üstelik bu zaman zarfında tıpkı bukalemun gibi hangi renkten hangi renge dönüşeceği bilinmediği gibi, keza ilerki tarihlerde neye gebe olacağı da tıpkı üç bilinmeyenli denklemleri andıran çetrefil bir meseleyken, buna rağmen bu bapta müneccimliğe soyunup, bir bakıma “gaipten haber almak” gibi bir işe kalkışıp buna yeltenmek amiyane deyimiyle acaba andavallığın ta kendisi midir ne!
Öyle ya da böyle; tıpkı “kediyi öldüren merakıdır” diyen atalarımızın “kedi, merak, ölüm” çerçevesinde çizdikleri bu sınırın boyutlarını kendi payıma bir gıdım da olsa zorlayıp, böylece ne idüğü belirsiz bu “kıyamet” konusunda iki kelam daha etmem gerekirse özetle diyeceğim şu ki; özüme kalırsa kutsal kitaplarda sözü edilen “kıyamet tantanası” gerçekten de günün birinde kopacaksa, bunun, bu “felaket”in asıl müsebbibi, tek sorumlusu hemen her konuda kafalarının dikine gitmeyi hüner belleyip, dolayısıyla kendi “ego”larının bir bakıma “köle”si kesilen bilumum insan neslinin kendisi olacaktır...
Bu bapta yine özüme göre kıyamet denen şey, her ne zıkkım, her ne halt ise bir günden diğerine ansızın değil, tam aksine “taksit”ler halinde kapımıza dayanacak...
Nitekim bu arada kimi ülkelerin yanı sıra, keza kimi toplumların siyaset erbapları minik taksitler halindeki bu uyarıları görmezlikten gelmeyi, uzaktaki bu çan seslerine kulaklarını tıkamayı kendi “fıtrat”larına daha uygun bulup tüm icraatlarını bu bencil zihniyet doğrultusunda gerçekleştirmeye kalkıştıklarında, işte tam da o zaman deyim yerindeyse sadece dananın kuyruğu değil kıyametin kendisi kopuyor!
Yani: Yani mesela bir ülkede, daha da doğrusu seksen milyon “vatandaş”ın içine tıklım tıkış doluştuğu bir gemiden zırt pırt bahsederken, o geminin Kaptan-ı deryası, Köşk’te hesapça devlet adına verdiği bir resepsiyonda elin keferelerinin kendi sofralarında yedikleri yemeklerin neredeyse hepsini kopyalayıp buna ilaveten bir de halkın adını, sanını, tadını bilmediği “Ejder suyu”nu ikram ederken, tam da şu günlerde ekmeğe gelen zammın faturası halkımızın kahir ekseriyetine fatura edildiğine bakılırsa; anlaşılan o ki, kıyamet adlı bu tekne belki de limanlarımıza yanaşmak üzere demir mi alıyor kim bilir Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30