Türkiye’nin gündeminde olanlar her gün ama her gün “solda sıfır” deyimini düşündürtüyor. Bugünlerde, “Sol ağır basmadığı zaman ne olabilir?​” sorusunun yanıtını en korkunç, en aşırı şekilde görmek artık kaçınılmaz. Solun açtığı ufuklar her neyse, her birinin karartılması sanki rejimin en önemli görevi...

Bu karartma ve ortaya çıkan korkunç karanlık, uzun süredir var olan büyük bir savaşın sonucu. Dünyayı sömürme peşindeki güçler Soğuk Savaş döneminde solu yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Meksika’da, İran’da, Endonezya’da, Grenada’da, Guatemala’da, ya da halkların adalet ve özgürlük mücadelesinin güçlendiği her yer savaş alanına çevrildi. Başlatılan savaşlarda akla gelebilecek en korkunç, en insanlığa aykırı yöntemler acımasızca uygulandı.

Bu savaş Türkiye’de de sahneye konuldu. Amaç, güçlenen solu tümüyle susturmaktı. 12 Eylül öncesi Ankara’da, solu soluyarak büyüyen çocuklar Tepecik’e giden belediye otobüsünün kurşunlanmasını anımsayacaklardır. Emekçilerin yaşadığı Tepecik’e giden belediye otobüsüne ateş açan ve içindekileri kurşunlayan kirli eller, insanları öldürmeyi kendilerine “ülkü” bildiler. Tepecik otobüsünde kan döktüler. Ortaklar Caddesi’nde, gece karanlığında bastıkları evde kan döktüler. Yetmedi, Maraş’ta, çoktan düşman belledikleri mahallelerdeki işaretlenmiş evlerde kitle kırımına girişip insanlığı utandırdılar. Onlar kan döktükçe “milliyetçi kahramanlar” olarak sırtları sıvazlandı. Döktükleri kanla 12 Eylül ve sonrasına, Türkiye’yi yıkıma götürecek günlerin yolunu açtılar.

12 Eylül cuntası beslemedi; astı, kesti, yok etti. Yok edemediklerini sürdü. Kalanları fişledi, süründürdü. Sonra ülkeyi Özal’ın acımasız kapitalizm ve dincilik furyasına teslim etti. Sömürü ve yıkım olağanlaştırıldı. Solun ağırlığı azaldıkça, toplumun direniş gücü azaldı; acı ve adaletsizlik çoğaldı.

Türkiye nicedir direncini yitiren bir beden, bir organizmaya indirgenmek tehlikesi ile karşı karşıya. Eskiden “ortanın solu” diye anılan parti bile sağ bir partiye dönüştürüldü. Artık her gün, “Bu nasıl olabilir?​” sorusu soruluyor. Ardından gelen soru da belli: “Nereye gidiyoruz?​” Oysa yanıt çoktandır belli. Tek adam rejimiyle, yıkım, talan ve acıya...

Solun açtığı ufukların karartılması ne anlam taşıyor, hızla düşünelim. Solun sıfırlanması, rüşvetin olağanlaşması, haksız kazancın her yerde baş tacı edilmesi demek. Yoksullar çoğalırken, bolluk içinde yaşayan azınlığın daha fazla lüks sahibi olabilmesi demek.

Solda 0 kalırsa, Tepecik’e giden belediye otobüsünü kurşunlayan “kahramanlar” var olmayı sürdürür, rejime koltuk değneği olabilirler. Solda 0 kalırsa, barışı konuşan kalmaz.

Solda 0 varsa, çocukların geleceği ancak kapkara olabilir. Yanarak ölmek, cinsel istismara uğramak, haklarından arındırılmış bir nesneye çevrilmek...

Solda 0 demek, ezilen, sömürülen ve sokaklarda öldürülen çocuklar demektir.

Solda 0 demek, çocukların kafasına olabilecek en küçük yaşta mayınlar döşenmesi demektir. Solda 0, cinsiyetçilik ve kız çocuklarının her açıdan değersizleştirilmesi demektir.

Solda 0, toplumun şiddete teslim edilmesi ve başta çocuklar olmak üzere tüm güçsüzlerin şiddete maruz kalması demektir.

Solda 0, bol bol çocuk, bol bol sömürü, bol bol kulluk, bol bol şehit demektir.

Türkiye’de yıkım, talan ve acının sonunun gelmesi ancak soldan gerçekleşebilir. Boyun eğmeyen, dik duran, adalet ve özgürlük arayışından hiç vazgeçmeyen çocuklar ancak solun açtığı ufuklar ile var olabilirler.

Evrensel'i Takip Et