07 Kasım 2018 00:25

Barışın teminatı ne olabilir?

Barışın teminatı ne olabilir?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Barış için, birbirinize güvenmeniz gerekmez, barışa güvenirsiniz. Biz sürecin kendisine güveniyoruz. Çatışmayı çözdük diyemeyiz ama nasıl yöneteceğimizi öğrendik.”

İrlanda Demokratik Gelişim Enstitüsü’nden Derek Mooney, geçtiğimiz cumartesi günü, Barış Vakfı’nın düzenlediği ve İstanbul’da gerçekleşen ‘Çatışma Çözümünde Uluslararası STK Deneyimleri Çalıştayı’ndaki sunumunda yaptı bu can alıcı saptamayı.

Barışa dair tartışmalarda, önce birbirine güvenin önemine vurgu yapan yorumlarla kıyaslandığında son derece gerçekçi bir saptama.

Mooney, kökleri 800 yıl öncesine giden çatışmalı geçmişin ardından geldikleri aşamayı özetlerken “IRA, birleşik bir İrlanda’yı kuramayacağını, İngiltere de IRA’yı yenemeyeceğini gördü ve kabul etti” dedi.

İrlanda’daki barış sürecinde 400 STK’nin yer aldığını anlatan Mooney, bu STK’leri şöyle sıraladı: “Kilise grupları, gençlik grupları, spor ve kültür grupları, kadınlar grubu, barış grupları, politik olarak hizalanmış gruplar.” Mooney, en önemli katkının kadın örgütlerinden geldiğini belirtirken, şu vurguyu yaptı: “Önemlerini, önemsizleştirmek mümkün değildir.”

Çeşitli başlıklar altında önemli deneyimlerin anlatılarak tartışıldığı ve gün boyu süren bu çalıştayın biriktirdikleri, benzer başka çalıştayların sonuçlarıyla birlikte muhtemelen Barış Vakfı tarafından bir kitap haline de getirilecek.

Türkiye’de barış arayışlarına bir alt yapı sunabilmeye dönük bu çabalar yeni değil. Çeşitli biçim ve düzeylerde en azından son yirmi yıl içinde bu konuda hatırı sayılır bir emek sarf edildi. Devamı da hayati bir önem taşıyor.

Barış Vakfı’nın bu son çalıştayından da hareketle, Türkiye’de barışa daha uzak olduğumuz bu zor dönemde şu soruyu yeniden sorabiliriz: “Barışın teminatı ne olabilir?​”

Bu soruyu tartışırken, bu çalıştayda bir sunum yapan ve Türkiye’deki STK’ların barış sürecine dair pozisyonlarına ilişkin titiz bir rapor hazırlayan Cuma Çiçek’in dikkat çektiği önemli bir noktaya atıfla yürüyebiliriz. Türkiye’deki STK’ların genel olarak barış sürecine taraflardan birinin çağrısı ile katıldığını belirten Çiçek, barışın toplumsallaşabilmesi için makro düzeyde olmasa da, çeşitli alanlarda barışa katkı sunabilecek küçük gibi görünen çabaların da önemsenmesi gerektiğine dikkat çekti.

Barıştan uzak olmanın acısını hissedenler içinde belli bir kesim, ona daha çabuk ulaşabilmek ve tanıklık edebilmek için bunu mümkün kılabileceğini düşündüğü pratiklere daha fazla odaklanabiliyor. Barış sürecinin sonuca varması için tarafların bağlayıcılığını kabul ettikleri ‘üçüncü bir gözün’ gerekliliği tezi bunun en bilinen örneği.

Ancak, bu türden arabulucuların iş gördüğü süreçler olduğu gibi, bunun varlığına rağmen işlememiş süreçler de var.

Örneğin; Türkiye’nin Kürt sorununa ilişkin barış görüşmelerine dair Oslo süreci, daha sonra basına yansımasının devlet tarafından tepkiyle karşılandığı bir süreç olarak, bir biçimde arabulucuları da içeriyordu.

Ancak daha sonra, devlet bu sürecin Kürt tarafını güçlendirdiğini ve özellikle de Suriye’de Kürtlerin edindiği yeni zeminin Türkiye’deki Kürtler açısından örnek teşkil edebileceği endişeleriyle süreci noktaladı. Burada noktalayıcı temel aktör Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı olarak gözükse de, bunun aslında toplam bir devlet aygıtının ve döneme dair egemen sınıfların önemli bir kesiminin konsensusa vardığı bir sonuç olduğunu atlamak, dönemi eksik okumak olur.

Her ülke, kendi çatışma ve barış süreçlerini, kendi tarihsel özellikleri ve gerçekliğiyle yaşıyor. Osmanlı’dan kalan son toprak parçasını korumaya odaklanmış bir cumhuriyet projesi içinde öne çıkarılan ‘sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış bir kitle’ manifestosu, bütün farklılıkları kontrol altında tutmayı esas alırken, barış görüşmelerine de yine bu bakiye üzerinden dahil oldu.

Bugün açısından da, geleceğini büyük ölçüde Suriye denklemi ile birlikte belirleyecek bir süreçteyiz. Çeşitli platformlardan Erdoğan’ın barışı konuşmaya kapalı olduğu kulisleri yansırken, yerel seçimlerden sonra bölge belediyelerine yeniden kayyım atanabileceği ve yerel seçimler öncesinde Fırat’ın doğusuna operasyon yapılacağı yönündeki açıklamalar da bu fotoğrafı destekliyor.

Ancak tüm bunlar barışa dair sürecin belli yönlerini tanımlıyor. Burada yeniden ‘Barış teminatı ne olabilir?​’ sorusuna dönersek, Türkiye’de iktidarın barış sürecine olumlu yaklaştığında, kamuoyu araştırmalarının barış sürecine güveni yüksek gösterdiğini, iktidarın masayı devirmesinden sonra bu oranın düştüğünü de hesaba katarak, kitleleri barışa kazanmanın kritik önemde olduğu gerçeğine geliyoruz.

Tam da bu nedenle bu zor zamanlarda, bir biçimde barışa bağlanan bir doktora çalışmasının, bir fabrikada bir Türk işçiye barışın önemini anlatmanın, barış istemenin bedeli olarak yargılanan akademisyenlerin duruşma salonlarında barışa sahip çıkma kararlılıklarının altını çizmeliyiz.

Kitleleri, halkları barışa kazabilmek, kalıcı olabilecek bir barışın da teminatıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa