Sinema, senaryo ve Hüseyin Kuzu
Fotoğraf: Envato
Senaryo yazarı, senaryo hocası Hüseyin Kuzu ile tanışıklığımız çok eski yıllara dayanır. Tanıştığımız günlerde Hüseyin Kuzu ile birkaç kez söyleşi de yapmıştım. O söyleşilerden birini güncelleştirerek aktarıyorum sizlere.
1955 yılında Balıkesir’de doğan Hüseyin Kuzu, önemli filmlere imza atmış bir senaryo yazarı. Tekstilci olmayacağını bile bile Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu Tekstil Bölümü’nü bitirir. Aklında edebiyatçı veya ressam olmak vardır fakat bir süre sonra onun yerini sinema alır. Tekstil Bölümünü bitirdikten sonra zamanın tek okulu Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı Sinema Televizyon Enstitüsü’ne girer. Üçüncü yıl kısa dönem askere gider. Dönüşte sektöre gider, sinema ve reklam filmlerinde çalışmaya başlar ve bir daha okula dönemez. “Okulu öyle bırakıp gittim ki ön lisans mezunu sayıldığımı bile yıllar sonra Amerika’ya giderken öğrendim. Film Market dergisinde çalışmaya başladım. Önce muhabir-yazardım. Sonra yönetici oldum. Yönetici dediğim, zaten 3 kişiydik. Bu arada sektörde daldan dala atlayarak çalışmaya başladım. Hem sinema hem de reklam alanında... Özellikle seti öğrenmek için reji ve yapım gruplarında, daldan dala atlıyordum. Şerif Gören, Atıf Yılmaz ve Muammer Özer’e reji asistanlığı yaptım. Bazen senaryo çalışmalarına da katılıyordum. Jeneriğinde yazmasa da “Bir avuç Cennet” mesela...”
“1983-86 arasındaki üç yıl hep senarist olma hazırlığıyla geçti. Okul çevresinden arkadaşlarla ama özellikle Eyüp Halit Türkyazıcı’yla. 1986’da Eyüp Halit’le, Şerif Gören için, ‘Beyoğlu’nun Arka Yakası’nı, 87’de de ‘Katırcılar’ın senaryosunu birlikte yazdık. Sonra o devam etmedi ve yollarımız ayrıldı. Ben Şerif abiyle çalışmaya devam ettim ve üç senaryo daha yazdım, ‘Sen de Yüreğinde Sevgiye Yer Aç’ (1987), ‘On Kadın’ (1988) ve ‘Polizei’ (1988)”
1989 yılında senaristlik döneminin bittiğini düşünür Hüseyin Kuzu. Sıkılmıştır, yapacak bir şey yoktur. Amerika’ya gider. Dil öğrendikten sonra kütüphaneye kapanıp araştırmalar yapar.
“Giderken de orada kalmayı düşünmemiştim. Sadece Körfez Savaşı yüzünden programım bozuldu ve orada kalmam biraz uzadı. Sonra döndüm. Hüseyin Kuzu, işin başında, gerek sinema yazını gerek senaryo yazarlığı için istediği şeyleri yapabileceğini düşünür. Ama sonra bunların zemininin pek olmadığı veya vakit alacağını görür. Çünkü ona göre, sinema tartışılmıyordur.
Hüseyin Kuzu, günümüzde ciddi anlamda bir sinema yazınından, yazarından söz edilemeyeceğini söylüyor. Sinema eleştirisinin de eksik ve yanlı olduğunu düşünüyor. “Örneğin Sinematekçiler... Çok fazla yazı alanında kaldıkları için, yazdıklarına ya da savunduklarına paralel ürünler görmek istediler. Onun için yapılan sinemayı ya da karşı uçta gördükleri Ulusal Sinema’yı hep atladılar. Ancak zaman geçtikten sonra ve itiraf etmeden, yani satır aralarında onların hakkını teslim ettiler. Metin Erksan’ı sonradan keşfettiler. Lütfi Akad’ın yaptıklarına yine sonradan ‘yine de onun yaptıklarından iyisi yapılamadı’ dediler. Mesela, 75-80 arasında Yeşilçam’a karşı ‘Genç Türk Sineması’ sloganı atıldı. Biraz kır kökenli filmlerimiz için atılmış bir başlıktı bu. Ama birkaç film sonra görüldü ki, hatta Onat Kutlar ‘biz bu başlığı atmakta biraz acele ettik. Ortaya çıkan filmlere bakıyorum da, bunlar filme değil biraz kilime benzedi’ dedi. Ama Onat ağabeyin bu eleştirisini kimse dikkate almadı ve bu eleştiri yazılı olarak çoğaltılmadı. Dolayısıyla üniversitelerde hâlâ o dönem sineması için yalan-yanlış birçok tez üretiliyor. Eleştiride bir taraf tutma ve kayırma her zaman oldu. Her zaman sonuna kadar yapılan bir eleştiri değil de, zaaflarını görmezden gelme mantığı oldu. Bu hep ortada olmayan ya da olması beklenene zarar vermemek için yapılıyor ama daha sonraya zarar da veriyor.”
Hüseyin Kuzu, 60’larda başlayan tartışmanın ve saflaşmanın 80’lerden sonra bittiğini söylüyor. Popüler sinemanın bugün televizyon üzerinden devam ettiğini, bunun dışında olan sinemanın da artık Türk sinemasının veya Yeşilçam’ın kendisi olduğunu düşünüyor. Bu noktada muhalif bir sinemacı kimliğinden söz edilebilir miydi?
“Bugün muhalif bir sinemacı kimliğinden söz edilemez. Bir arada yaşayan birkaç nesil sinemacı sayabiliriz bugün. Ben 55 sonrasını saydım. Sinema yazarlarının yanlış olarak “ekol” dediği tam 7 dönem var. Ama her neslin birbiriyle hiç alıp veremediği bir şey yok. Eleştiriyormuş gibi duruyor ama onun yaptığı da bir öncekinden pek farklı değil. Eğer bir muhalefet hareketi gelişecekse filmiyle, yazısıyla, eleştirisiyle gelir. Eski Yeşilçam en fazla film ürettiği yıllarda, bu 72’lerde 300’lere ulaşmıştı, dünyada dördüncü sıradaydı. Ya da 100 film ürettiği yıllarda bu filmlerin yüzde 90’ı popüler, bildiğimiz Yeşilçam filmleriydi. Ortada bir sinema vardı ve onun popüler ürünleri vardı. Ama o ülkenin sinemasını popüler ürünlerden çok, bunların içinden filizlenmiş ürünler temsil eder. 60 dönemini konuşurken biz Lütfi Akad’ın, Metin Erksan’ın, Halit Refiğ’in filmlerinden söz ediyoruz ve sinema tarihimizi de bu ürünler üstünden yazıyoruz. 80’li yıllarda video dönemiyle, 90’larda özel kanalların açılmasıyla popüler sinema büyük oranda yok oldu ya da televizyonda diziler olarak kılık değiştirip devam ediyor. Geriye yüzde onluk bölüm kaldı ve bu bugün Türk sinemasının kendisi oldu. Ben sinema tarihindeki nitelik ya da nicel birikimleri, dönüm noktalarını dört cümlede topluyorum.
1) Yaratıcının toplumla olan ilişkisi,
2) Yaratıcının diğer yaratıcılarla olan ilişkisi,
3) Yaratıcının belli teknikleri kullanma esnekliği,
4) Yaratıcının seyircisiyle olan ilişkisi.
Dolayısıyla Yeni Gerçekçiler ya da Yeni Dalgacılar bunların hakkını vermiştir. Ama çok popüler olmasına rağmen, mesela Dogma verememiştir. Dogmacılar sadece değişen teknolojinin adını andılar ve 3. madde ile yetindiler.”
“Kültürümüzü çeşitli dönemlerde çeşitli sanat dalları temsil etmiştir. Mesela 60 romanı veya 12 Mart romanı... Bazı şiir ekolleri, vb. Bence 80 sonrasını da sinemamız temsil etti. Ama sakın yanlış anlaşılmasın, bunu yapılan birkaç ‘12 Eylül filmleri’ için değil tümü için söylüyorum. Benim ölçüm politik konu değil ideoloji zemini... Ömer Kavur, Yavuz Özkan, Erden Kıral, Atıf Yılmaz, vd. herkesin yaptıkları da 12 Eylül filmidir. Çünkü birey, yakın tarih ilgisi, alt kültürler, hatta oryantalist bakışları, vb. şeyleri ortaktır.”
“Sinemamız bugün, popüler filmler dışında, hâlâ alt kültür konu ve bireylerini anlatıyor. Bunu aşamadığı müddetçe, kamusal alanı okuyamadığı müddetçe seyircisi de azalıyor. Yakın izler çevrenin bile izlemediği bir sinemamız var bugün. Bu çevre İran Sinemasını izliyor ama Türk sinemasını izlemiyor. Sinemacılarımız bu sorunsalı aşmalı ama nasıl?”
Hüseyin Kuzu ile geriye dönüp bıraktığımız yerden kendi özel tarihimizin izini sürüyoruz.
“1995’de grup dağıldı. Ben de on yönetmen/yapımcımızın kurduğu Sinema Vakfı’na müdür oldum. Bir okul kurmak için beni çağırdılar ama sonra bu fikirlerinden caydılar. Bu arada ‘On Yönetmen İki Film’de Erden Kıral’ın çektiği ‘Ay Hikâyeleri’nin senaryosunu yazdım. Daha sonra vakfın başkanı İrfan Tözüm ile ‘Babaevi’ TV dizisinde çalışmaya başladım. TV para kazanmak için iyi bir yer olabilir ama sürekli insandan götürüyor. Hatta kendine benzetiyor. O yüzden ona hep mesafeli duruyorum. Bence, sinema kültürümüzü bilenler TV’ye geçebilir. Ama televizyondan gelenlerin sinemaya geçmesi epistemolojik olarak çok zor. Bu yüzden de sinema filmlerimiz TV filmlerine ya da dizilerine benzemeye başladı. Durumun herkes farkında ama bence bu düşüş daha sürecek. Çünkü teknoloji de çok ucuzladı. Herkes film çekmeye soyunuyor ve ‘seyredilmese de olur’ diyor.”
“Bu ülkede film çeken herkes terfi etmiş sayılıyor. Ben tersini düşünüyorum. Film çeksem de senaryo yazmayı sürdüreceğim. Son zamanlarda herkes editör olarak çağırıyor. Başlangıçta aldanıp gittim ama senaryolar felaketti. Editör diye başlayıp birkaç işi yeniden yazmak çok daha yorucu oluyor. O yüzden o tür tekliflere de yanaşmıyorum artık. Gerçi senarist/yönetmen/yapımcı sineması pek senarist gereksinmiyor ama birçok yetişmiş öğrencim de var. Onların senaryolarına yardım etmek çok zevkli...”
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04